Hakikat Ölmez

50

     Nasıl ki, su kendi zararına olarak donar. Buz, buzun zararına sulanır. İç, dışın zararına kuvvetleşir. Söz, mânâ zararına kalınlaşır. Ruh, ceset hesabına zayıflaşır. Ceset, ruh hesabına inceleşir. Aynen bunlar gibi, maddî âlem olan dünya, lâtif ve hoş bir âlem olan ahiret hesabına; hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, lâtifleşir ve lûtf edici bir hâl alır.

     Yaratıcı Kudret olan Hz. Allah’ın, gayet hayret verici bir faaliyetle; kesif / maddî, camid / cansız, sönmüş, ölmüş cüz ve parçalara hayat nûrunu serpmesi; Kudret’in bir remzi / işaretidir ki, lâtif âlem hesabına; maddî âlemi hayat nûru ile eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor. Hakikatini kuvvetleştiriyor.

     Evet, hakikat ne kadar zayıf ise de ölmez, sûret gibi mahvolmaz. Belki belirlenmiş sûretlerde seyr ü sefer eder, gider gelir. Hakikat büyür, inkişaf edip gelişir, meydana çıkar ve gittikçe genişler. Dış tarafı ve sûreti ise, eskileşir, inceleşir, parçalanır. Sâbit ve büyümüş hakikatin boyuna yakışmak için, daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında, hakikatle sûret, makusen mütenasip; yani ters orantılı bir durum arzeder.

     Yâni, sûret kalınlaştıkça, hakikat inceleşir. Sûret inceleştikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur. İşte şu kanun, gelişme kanununa dahil olan bütün her şeyi içine alır. Demek, her hâlde bir zaman gelecek ki, büyük kâinat hakikatinin dışı ve sûreti olan görünür âlem; Ulu Yaratıcı olan Allah’ın izniyle parçalanacak, sonra daha güzel bir sûrette tazelenecektir. “O gün yeryüzü de başka bir şekle girer.” (İbrahim Sûresi: Âyet: 48) sırrı tahakkuk edecek / kendini gösterecektir. Elhasıl, dünyanın mevti / ölümü mümkün. Bunun gerçekleşmesi ise, imkân dâhilindedir.

Cennet ve Cehennem

     Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkat / yaratılış ağacından ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür edip kendini gösteren iki semere ve neticedir. Kâinatın teselsülen / zincirleme gelmekte olan silsilelerinin iki neticesi, ebede doğru akıp giden kâinat selinin, iki mahzeni ve iki havuzudur.

     Evet, Cenab-ı Hak, gayr-i mütenahi / sonsuz hikmetler için, bu âlemi imtihana sahne yaptı. Yine sonsuz hikmetler için tagayyürata, tahavvülata, inkılaplara; kısaca her türlü değişikliklere mahal olmasını irade etti. Yine, sonsuz gayeler için hayır ile şerri, fayda ile zararı, hüsün / güzellik ile kubhu / çirkinliği, hülasa iyilikle kötülüğü, karışık bir şekilde; Cennet ve Cehennem’e tohum olmak üzere kâinatın şu mezraa ve tarlasına ekti.

     Evet, madem ki bu âlem insanların imtihan meydanıdır. Müsabaka yeridir. İyilikle kötülüğün birbirinden ayrılamayacak derecede karışık olmaları lâzımdır ki, insanların dereceleri ortaya çıksın. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar; Allah’ın “Ey mücrimler / suçlular bir tarafa çekiliniz!” (Yasin Sûresi, Âyet: 59) diyen; tüyler ürpertici yıldırım gibi şiddetli İlâhî emriyle karşılaşacaklar! İyi insanlar da “Daimî kalmak üzere Cennet’e giriniz.” (Zümer Sûresi, Âyet: 73) diyen Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikâne, lütûfkârâne / nimet verici, şefkat edici ve lûtfedici emirlerine mazhar olacaklardır.

     İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı doğuran maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem’in; iyiliği, hayrı, faydayı doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennet’in techizatları ikmal edilecektir.

Basar ve Basîret

    “Onlar hiç yeryüzünde dolaşmazlar mı ki, bu sayede düşünecek kalpleri, işitecek kulakları bulunsun? Doğrusu gözler kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.” (Hac Sûresi, Âyet: 46)

     Basar / Göz; masnuatı / yaratılanları görüp de, Basîret / Kalp;  Sânii / Yaratanı görmezse, çok garip ve pek çirkin düşer! Çünkü o hâlde Sâni’in mânen, kalben görünmemesi; ya basîretin yokluğundan veya kalp gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan meseleyi azametiyle kavrayamadığındandır.

     Çünkü Sâni’in / Yaratan’ın reddi, Basar’ın / Göz’ün görmesini red ve inkârdan daha büyük bir inkârdır.

Önceki İçerikHz. İbrahim (A.S) ve Haniflik İnancı
Sonraki İçerikKim Bu Gençler?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.