“El-Hakku ya’lu” /
“Hak yücedir” derken;
Bu hadis ile;
bizzat yani hakkın zât’ı, kendisi ve aslı yücedir demek isteniyor.
Bu hükümle, her
şeye rağmen hakkın; âkıbet olarak eninde sonunda, mutlaka galebe edeceği /
Üstün geleceği
murad edilmiş ve kastedilmiş oluyor.
Bu durumda şöyle
bir soru akla geliyor:
“Madem ‘Hak yücedir.’
öyleyse neden kâfirler / Müslüman olmayanlar;
Müslümanlara ilim
ve fende üstündürler?
Kuvvet; hakka
karşı galip durumdadır?”
Çünkü her hakkın
her vesilesi; onun üstün olmasını sağlayan;
Metod, usûl ve
yolunun doğru ve hak olması gerekmez.
Aynı şekilde her
bâtıl / hakikatsiz ve hurafe olan şeyin;
Onu üstün kılan
her vesile / sebep, yol ve vasıtanın da bâtıl olması gerekmez.
Çünkü bâtıl
davaya, hak olmayan metotlarla gidenler de var.
Aslında böylelerine
‘Gölge etme başka ihsan istemez.’ demeli.
Çünkü, gaye için
her şeyi meşru görmemeli. Zira kem âletle kemalât olmaz.
Kaldı ki, menfi
metot; hakkı inkâr etmeye de vesile olabilir.
Kaş yapayım derken
göz de çıkarılabilir.
Burada hakkın
mağlubiyeti değil; hak olan bir vesile, metot ve usûlün;
Bâtıl / doğru
olmayan yanlış vesile ve metoda galip gelmesi söz konusudur.
Dolayısıyla bir
hak, bir bâtıla mağlup olur.
Bâtılın hak
karşısındaki galebesi, geçici olarak,
Yani müspet /
olumlu bir metod uygulaması sayesinde gerçekleşmiştir.
Yoksa bizzat /
hakkın kendisi, aslı; bâtıl karşısında mağlup olmuş değildir.
Bu sonuç; bâtılın
doğru metodunun; hakkın yanlış metoduna karşı,
Geçici bir
üstünlüğünden başka bir şey değildir.
İslâm Âlemi’nin;
bugünkü maddeten düşkün hâlini;
Bu açıdan ele
alıp, hakkın mağlubiyeti şeklinde düşünmemeli.
Çünkü son
galibiyet, her zaman yine hakkın olmuş ve olacaktır.
Fakat bilelim ki,
kuvvetin de bir hakkı, bir yaratılış sırrı var.
Her Müslümanın her
vasfı Müslümanca olması gerekirken, her zaman böyle olmamakta.
Nitekim, her
kâfirin / inançsızın her vasfı ve sıfatı;
Kâfirliği, küfrü /
kötülüğü ve inançsızlığından ileri gelmez.
Yine fâsıkın /
günahkârın, her vasfı; her zaman, fısk ve günahından doğuyor değil.
Demek ki, bir
kâfirin Müslümanca olan bir vasfı;
Müslümandaki meşru
olmayan vasfına galip gelir. Tabii müspet metodu sayesinde.
Böylece, o kâfir Müslümana
galip gelir.
İşte bu, hakkın
mağlûbiyeti sayılmamalı.
Çünkü bu sonuç;
müspet metodun, menfi metoda üstünlüğünü göstermekte.
Tatbik ettiği hak
metod sayesinde, kâfir Müslümana galip gelmekte.
Kaldı ki, dünyada,
hayatın hakkı çok geniş olup, herkesi içine alır.
İşte hayat; o
geniş rahmetin anlamlı bir tecellisi.
Hayatın da bir
hikmeti, bir sırrı var.
Bunun tecellisine
/ görünmesine kişinin kâfir oluşu engel değil.
O celal sahibi
Allah’ın iki kemal vasfından iki şer’î tecellisi var.
İrade vasfından
gelen Allah’ın dilemesi demek olan meşieti ve takdiri.