“Hak Yücedir”

106

   “El-Hakku ya’lu” /
“Hak yücedir” derken; 

     Bu hadis ile;
bizzat yani hakkın zât’ı, kendisi ve aslı yücedir demek isteniyor. 

     Bu hükümle, her
şeye rağmen hakkın; âkıbet olarak eninde sonunda, mutlaka galebe edeceği /

     Üstün geleceği
murad edilmiş ve kastedilmiş oluyor.

     Bu durumda şöyle
bir soru akla geliyor:

   “Madem ‘Hak yücedir.’
öyleyse neden kâfirler / Müslüman olmayanlar;

     Müslümanlara ilim
ve fende üstündürler?

     Kuvvet; hakka
karşı galip durumdadır?”

     Çünkü her hakkın
her vesilesi; onun üstün olmasını sağlayan;

     Metod, usûl ve
yolunun doğru ve hak olması gerekmez.

     Aynı şekilde her
bâtıl / hakikatsiz ve hurafe olan şeyin;

     Onu üstün kılan
her vesile / sebep, yol ve vasıtanın da bâtıl olması gerekmez.

     Çünkü bâtıl
davaya, hak olmayan metotlarla gidenler de var.

     Aslında böylelerine
‘Gölge etme başka ihsan istemez.’ demeli.

     Çünkü, gaye için
her şeyi meşru görmemeli. Zira kem âletle kemalât olmaz.

     Kaldı ki, menfi
metot; hakkı inkâr etmeye de vesile olabilir.

     Kaş yapayım derken
göz de çıkarılabilir.

     Burada hakkın
mağlubiyeti değil; hak olan bir vesile, metot ve usûlün;

     Bâtıl / doğru
olmayan yanlış vesile ve metoda galip gelmesi söz konusudur.

     Dolayısıyla bir
hak, bir bâtıla mağlup olur.

     Bâtılın hak
karşısındaki galebesi, geçici olarak,

     Yani müspet /
olumlu bir metod uygulaması sayesinde gerçekleşmiştir.

     Yoksa bizzat /
hakkın kendisi, aslı; bâtıl karşısında mağlup olmuş değildir.

     Bu sonuç; bâtılın
doğru metodunun; hakkın yanlış metoduna karşı,

     Geçici bir
üstünlüğünden başka bir şey değildir.

     İslâm Âlemi’nin;
bugünkü maddeten düşkün hâlini;

     Bu açıdan ele
alıp, hakkın mağlubiyeti şeklinde düşünmemeli.

     Çünkü son
galibiyet, her zaman yine hakkın olmuş ve olacaktır.

     Fakat bilelim ki,
kuvvetin de bir hakkı, bir yaratılış sırrı var.

     Her Müslümanın her
vasfı Müslümanca olması gerekirken, her zaman böyle olmamakta.

     Nitekim, her
kâfirin / inançsızın her vasfı ve sıfatı;

     Kâfirliği, küfrü /
kötülüğü ve inançsızlığından ileri gelmez.

     Yine fâsıkın /
günahkârın, her vasfı; her zaman, fısk ve günahından doğuyor değil.

     Demek ki, bir
kâfirin Müslümanca olan bir vasfı;

     Müslümandaki meşru
olmayan vasfına galip gelir. Tabii müspet metodu sayesinde.

     Böylece, o kâfir Müslümana
galip gelir.

     İşte bu, hakkın
mağlûbiyeti sayılmamalı.

     Çünkü bu sonuç;
müspet metodun, menfi metoda üstünlüğünü göstermekte.

     Tatbik ettiği hak
metod sayesinde, kâfir Müslümana galip gelmekte.

     Kaldı ki, dünyada,
hayatın hakkı çok geniş olup, herkesi içine alır.

     İşte hayat; o
geniş rahmetin anlamlı bir tecellisi.

     Hayatın da bir
hikmeti, bir sırrı var.

     Bunun tecellisine
/ görünmesine kişinin kâfir oluşu engel değil.

     O celal sahibi
Allah’ın iki kemal vasfından iki şer’î tecellisi var.

     İrade vasfından
gelen Allah’ın dilemesi demek olan meşieti ve takdiri.

Önceki İçerikXXI. Asırda Türkiye Cumhuriyeti Devleti Emperyalistlerce İşgal Edilirse
Sonraki İçerik‘’19 Mayıs 1919″ Bağımsızlığımıza Atılan İlk Adım
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.