“İki kere iki dört
eder.” Bu hüküm ve sonuç; kesinkes doğrudur. Başka söze gerek yok.
Gerçek bu iken,
iki kere üç dört değil. İki kere beş dört değil. İki kere on dört değil diye
sıralarsak; sayısız menfi hükümlerin sonu gelmez. Kaldı ki, bu yanlış
hükümlerden birini, doğru sanmamız da mümkün ve olasıdır.
Üstelik bu sayısız
yanlış sonuçları nazara vererek, büyük bir zaman kaybına da uğramış oluruz.
Öyleyse, doğru ve
gerçek olanı bilip, yanlışlarla uğraşmamak, onlarla vakti zayi etmemek asıl
olmalı. Çünkü Hak bir, Bâtıl / Yanlış’lar nâmütenahi / sonsuzdur.
Bâtıl, yanlış ve
doğru olmayanlarla uğraşırken; Hak, Doğru ve Gerçek olandan ebediyyen mahrum
olmak; sonsuz hayatta ebedî saadet ve mutluluğu kaybetmek de var.
x
Siyasî ve İktisadî
…izmlerde hakikati aramak ve doğruyu bulmak gayret ve meşgalelerin sonu da,
aynı şekilde yersiz, lüzumsuz, isabetsiz ve koskoca bir hiçtir. Sonu hüsrandır.
Sonu bitimsiz karanlık bir tünel içinde kaybolup gitmektir.
Çünkü kendi
yolumuz da, yordamımız da vardır. Bunun aksi çırpınış ve arayışlar; cebimizde
paramız varken, başkalarının cebinde para aramaya benzer.
x
Dinler içinde
İslâmiyet en doğru, en gerçek ve en hakikî din iken; diğerleri zamanla
şirazeden çıkarak; insanı meçhul ve karanlık yollara saptırmışlardır.
Evet, bu bâtıl din
ve inanışlar; insanı sonuçsuzluğa mahkûm eden ve edecek olan çıkmaz, dipsiz
susuz kuyulardan başka bir şey değildir.
İnsanı çıkmaz
yollarda bırakan; çılgın ve çıldırtan yolsuzluk yollarıdır.
x
Bazen insanların
huy ve karakterlerini ve somutlaştırmak isteriz. Bunun için, onları her
hayvanın belirgin bir vasıf ve sıfatıyla nazara veririz. Meselâ: Eşek gibi
inatçı, koyun gibi uysal, tilki gibi kurnaz, akrep gibi sokucu, yılan gibi
zehirleyici, papağan gibi ezberci, arslan gibi adam, kuş beyinli ve bu gibi
vasıf ve niteliklerle yâdederiz.
Bu durum şöyle bir
hükme vardırıyor bizi: İnsan sayısız huy ve karakter sahibi bir varlık. Yüce
Allah; insanlarda var olan huyların her birini; bir hayvan suretinde
cisimlendirmiş, ete kemiğe büründürmüş şu veya bu hayvan suretinde, huyları
görünür hâle getirmiş.
Tıpkı Yûnus
Emre’nin: “Ete kemiğe büründüm, Yûnus diye göründüm.” demesi gibi.
İnsandaki huy ve
karakterler de, ete kemiğe bürünerek çeşitli hayvan sûretlerinde karşımıza
çıkarak, görünür hâl almışlardır.
Nitekim insanın
içi dışına çevrilse; kimi kurt, kimi ayı, kimi yılan gibi çeşitli suretler
alır.
Kimi büyük
zâtların; insanları baskın huyunun şeklinde görmeleri bir gerçektir.
Öyleyse, bir an
evvel mânevî şahsiyetimizi gözden geçirmeli. Menfî huy ve karakterlerimizden
kendimizi soyutlamalı. Onları müspet, güzel ve iyi huylara dönüştürmenin gayret
ve çabası içinde olmalıyız.
x
En büyük
hatalarımızdan biri de, müslümana bakarak İslâm hakkında, üstelik menfî ve
yanlış kararlara varmamızdır. Müslümana bakarak; ondaki İslâma yakışmayan
tavırları, İslâmdan bilip, İslâma cephe almamızdır. Oysa müslümanın her hâl ve
hareketi İslâma uygun olması gerekirken; gaflet, cehalet ve bilinçsizliğinden;
İslâmın istediği gibi biri olamıyor! Tabii ki bu durum onu imansız değil, sadece günahkâr ediyor.
Şüphesiz suç kendisinindir. İslâmın değil. Kaldı ki, “Başkasına itimat etmeyen,
nefsiyle teşebbüs eder.” Dinini bizzat kendisi, Türkçe eserlerden öğrenmeli.
Türkçemizde Arapça’dan çevrilmiş birçok mealler, tefsirler, Peygamberimizi
anlatan çok değerli, sayısız kitaplar mevcut. Diyanet’in bu hususta güzel
çalışmaları var. Bunlara bakarak dinimizi kaynaklarından öğrenmek mümkün. Ne
Batı’nın sömürgen siyasetleri; Hz. İsa ve İncil, ne de Müslümanın hata ve
kusurları Kur’an ve Hadis kaynaklı.