Hırs / aşırı istek ve arzu; haybet / mahrumiyetin sebebidir. Hırs mahrumiyeti getirir.
Aculiyet / acelecilik ve sabırsızlık ise, hüsrana yol açar.
Yani elem, hüzün, zarar, ziyan ve kayıplara vesile olur.
Çünkü fıtrat / yaratılışta mürettep / tertip edilmiş,
Yerli yerine konularak sıralanmış basamaklara uyulmamıştır.
Müselsel / peş peşe, arka arkaya yapılması gereken bir hareket tatbik edilmemiştir.
İşte bu şekilde harîs / hırslı ve açgözlü bir tarzda teşebbüs ve girişimde bulunanlar;
Muvaffak ve başarılı olamazlar.
Bu lüzumlu ve gerekli tatbik ve uygulamaları; kim yapmacık bir şekilde yaparsa,
Her ne kadar bu da bir çaba ve gayret göstermesini gerektirse de, başarılı olmada yetersizdir.
Bu yetersiz gayret; fıtrî / tabiî seyirden, doğal gidişattan kısa olduğundan
Yeis ve ümitsizliğe düşürür. Üstelik gafleti de, üstüne çeker.
Ancak, az da olsa, bunlardan sonra başarı kapısı bir nebze açılır.
Rahmet onu yine de nimete kavuşturur.
Nitekim buna benzer şeyler, herkesin başından az veya çok geçmiştir.
Çünkü Allah, kalbin bâtınını / içini iman ve marifeti / bilinmesi için yaratmış.
Muhabbet ve sevgisinin tecellî ve görüntüsüne bir ayna olmasını istemiş.
Kendisine duyulacak aşk için ve kendisini, bir bakıma görmesi için yaratmış.
Bunlar için onu nazik kılmıştır.
Çünkü o gaybî; görünmeyen narin kalbin içi;
Samed, yani her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın aynasıdır. Sanem / put ona giremez.
Zira Allah, kalbin zahirini sair / diğer şeylere muntazam / düzenli bir mahzen yapmıştır.
Fakat, cinayet işleme arzusuyla dolu olan hırs; o nazik kalbi deler, ona zahmet verir.
Sanem ve putları, içine izinsiz olarak sokar. Allah’ın ise, buna asla rızası yoktur.
Bunun içindir ki, hırslı olan isteğinin aksiyle tokat yer ve cezalandırılır.
Siyasî fikirlerini İslâm itikatlarının mukaddes harimine / kutsal yerlerine kadar ulaştıranlar;
Ettikleri hizmetin karşılığını, şan ve şerefi alamazlar.
Üstelik yüz karası ayıplardan sayılan rezilliğe mazhar olurlar.
Nefsanî aşklardaki felâket, haybet ve mahrumiyetler; elbette hep bu sırdandır.
Nitekim: Mecazî / asıl yerine, yanlış hedefe yönelen âşıkların bütün divanları:
Matemlerinin birer feryatlarından başka bir şey değildir.
Âşık olduklarının zulümlerinden dolayı; ağlayıp sızlama ve inlemelerinden ibarettir.
Birer zillet vaveylası / hor ve hakir görülmekten ileri gelen, feryat ve figanlardır.
Evet, ekser mâşuklar zâlim olurlar. O çeşit aşkları tahkir eder, küçük görürler.
Merhamete lâyık bulmazlar.
Zira kalbin bâtınına / içine, manevî tarafına bu çeşit mecazî / dünyevî aşkın girmesi;
Fıtrata / yaratılışa karşı tahkir, bir çeşit alay konusu olur. Fıtratı incitir.
Fıtrat / yaratılış, fıtrî / tabiî olmayan her şeyi çürütür. Hem de, hürmet üslûbunu hafife alır.
Ve bu duyguyu kuvvetle hissettirir.
Sadede gelelim ve hırsa dair müşahhas / somut bir örnekle konumuzu noktalayalım:
İki dilenci var sayalım: Biri musır / ısrarlı, ısrar edici ve muhteris / çok hırslı olsun.
Diğeri: Müstağni / tok gözlü ve gönlü zengin olup, muhteriz / sakınan ve çekinen.
Kanaat sırrına âşina, yani kanaat sahibi olsun.
Bu durumda, ikincisine vermeği çok istersin.
Çünkü fıtrat ve yaratılış karakterin bunu gerektirir.
Velhasıl, muhteris / aşırı istek ve arzulu olan dilenci, sadakayı kaçırır.
Bunun gibi çok nümuneler vardır ki,
Şu keskin kanunun vüsat ve genişliğini ima / işaret ederek bizlere gösterir ve hatırlatır.