H ı r s

197

     Hırs / aşırı istek ve arzu; haybet / mahrumiyetin sebebidir. Hırs mahrumiyeti getirir.

     Aculiyet / acelecilik ve sabırsızlık ise, hüsrana yol açar.

     Yani elem, hüzün, zarar, ziyan ve kayıplara vesile olur.

     Çünkü fıtrat / yaratılışta mürettep / tertip edilmiş,

     Yerli yerine konularak sıralanmış basamaklara uyulmamıştır.

     Müselsel / peş peşe, arka arkaya yapılması gereken bir hareket tatbik edilmemiştir.

     İşte bu şekilde harîs / hırslı ve açgözlü bir tarzda teşebbüs ve girişimde bulunanlar;

     Muvaffak ve başarılı olamazlar.

     Bu lüzumlu ve gerekli tatbik ve uygulamaları; kim yapmacık bir şekilde yaparsa,

     Her ne kadar bu da bir çaba ve gayret göstermesini gerektirse de, başarılı olmada yetersizdir.

     Bu yetersiz gayret; fıtrî / tabiî seyirden, doğal gidişattan kısa olduğundan

     Yeis ve ümitsizliğe düşürür. Üstelik gafleti de, üstüne çeker.

     Ancak, az da olsa, bunlardan sonra başarı kapısı bir nebze açılır.

     Rahmet onu yine de nimete kavuşturur.

     Nitekim buna benzer şeyler, herkesin başından az veya çok geçmiştir.

     Çünkü Allah, kalbin bâtınını / içini iman ve marifeti / bilinmesi için yaratmış.

     Muhabbet ve sevgisinin tecellî ve görüntüsüne bir ayna olmasını istemiş.

     Kendisine duyulacak aşk için ve kendisini, bir bakıma görmesi için yaratmış.

     Bunlar için onu nazik kılmıştır.

     Çünkü o gaybî; görünmeyen narin kalbin içi;

     Samed, yani her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın aynasıdır. Sanem / put ona giremez.

     Zira Allah, kalbin zahirini sair / diğer şeylere muntazam / düzenli bir mahzen yapmıştır.

     Fakat, cinayet işleme arzusuyla dolu olan hırs; o nazik kalbi deler, ona zahmet verir.

     Sanem ve putları, içine izinsiz olarak sokar. Allah’ın ise, buna asla rızası yoktur.

     Bunun içindir ki, hırslı olan isteğinin aksiyle tokat yer ve cezalandırılır.

     Siyasî fikirlerini İslâm itikatlarının mukaddes harimine / kutsal yerlerine kadar ulaştıranlar;

     Ettikleri hizmetin karşılığını, şan ve şerefi alamazlar.

     Üstelik yüz karası ayıplardan sayılan rezilliğe mazhar olurlar.

     Nefsanî aşklardaki felâket, haybet ve mahrumiyetler; elbette hep bu sırdandır.

     Nitekim: Mecazî / asıl yerine, yanlış hedefe yönelen âşıkların bütün divanları:

     Matemlerinin birer feryatlarından başka bir şey değildir.

     Âşık olduklarının zulümlerinden dolayı; ağlayıp sızlama ve inlemelerinden ibarettir.

     Birer zillet vaveylası / hor ve hakir görülmekten ileri gelen, feryat ve figanlardır.

     Evet, ekser mâşuklar zâlim olurlar. O çeşit aşkları tahkir eder, küçük görürler.

     Merhamete lâyık bulmazlar.

     Zira kalbin bâtınına / içine, manevî tarafına bu çeşit mecazî / dünyevî aşkın girmesi;

     Fıtrata / yaratılışa karşı tahkir, bir çeşit alay konusu olur. Fıtratı incitir.

     Fıtrat / yaratılış, fıtrî / tabiî olmayan her şeyi çürütür. Hem de, hürmet üslûbunu hafife alır.

     Ve bu duyguyu kuvvetle hissettirir.

     Sadede gelelim ve hırsa dair müşahhas / somut bir örnekle konumuzu noktalayalım:

     İki dilenci var sayalım: Biri musır / ısrarlı, ısrar edici ve muhteris / çok hırslı olsun.

     Diğeri: Müstağni / tok gözlü ve gönlü zengin olup, muhteriz / sakınan ve çekinen.

     Kanaat sırrına âşina, yani kanaat sahibi olsun.

     Bu durumda, ikincisine vermeği çok istersin.

     Çünkü fıtrat ve yaratılış karakterin bunu gerektirir.

     Velhasıl, muhteris / aşırı istek ve arzulu olan dilenci, sadakayı kaçırır.

     Bunun gibi çok nümuneler vardır ki,

     Şu keskin kanunun vüsat ve genişliğini ima / işaret ederek bizlere gösterir ve hatırlatır.

Önceki İçerikYolsuzlukların Büyüklüğünü Algılayamıyoruz
Sonraki İçerik İnsanı; farklı yapan affettikleri, güçlü yapan sabrettikleri, kendisi yapan ise vazgeçtikleridir. /La Edri
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.