·
Öyleyse PKK
dan devam edelim:
PKK, Güneydoğu’da vatan görevi yapan TSK ve Emniyet
güçlerini ‘işgalci’, meselâ Yunan kuvvetleri gibi görmekte ve askerlerimizi,
emniyet mensuplarımızı katletmeyi meşru bir hakkı olarak görmektedir. HDP de
doğal olarak bundan bir üzüntü ve yeis duymamakta ve hiç bir taziye mesajı
yayınlamamaktadır. Bu nedenle HDP’nin barış ve demokrasi söylemlerini milleti
keriz yerine koyan büyük bir sahtekarlık olarak görmekteyim.
Meselâ HDP’li Mithat Sancar, yakınlarda bir HDP Grup toplantısında Ukrayna’daki
durumu Afrin’e benzeterek Türkiye’nin Suriye’deki terörle mücadelesini
kastederek Hükümete; “Ukrayna’da barış istiyorsunuz da burada niye
savaşıyorsunuz?” diye sormuştur.
Meselâ,
23 Mayıs 2016’da HDP’nin olaylı Mardin Kızıltepe Mitinginde Eşbaşkan Selahattin
Demirtaş şunları diyor: “Kürt Halkının Önderi Öcalan’ın posterini Kürdistan’a
asamayacak ta bu halk nereye asacak. Buna alışsanız iyi olur çünkü biz Başkan
Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini!” Yine Selahattin Demirtaş’ın, “HDP,
Sayın Öcalan’ın 20 yıllık projesidir” dediğini bütün Türkiye
bilmektedir.
O kadar
çok örnek var ki ben de bu örneklere bakarak belli ki Akşener’in siyaseten
stratejik bir kararı ve talimatı
sonucu İYİ Parti Yöneticisi ve
Milletvekili Müsavat Dervişoğlu’nun umuma yumurtladığı “HDP meşru bir partidir”
deyişine karşılık şunu öneriyorum: HDP sadece ‘yasal’ ya da eski deyimle ‘kanuni’
bir partidir. Asla meşru bir parti değildir. Meşruiyet, içinde hak ve
hukuk barındırır. Devletin kanunlarıyla kurulmuş bir Parti, Devleti yıkmak
üzere konumlanabilir mi?
Yasallık
ile meşruiyet çelişkisine çok bariz bir örnek verebilirim. 31 Mart 2019 İBB Başkanlığı
seçimlerini Ekrem İmamoğlu, 16.000 oy farkıyla kazandı. YSK Meclis Üyesi
Seçimini geçerli kabul etti ve sadece Belediye Başkanlığı Seçimini iptal edip
tekrarına karar verdi. Ekrem İmamoğlu, bir tartışmada cebinden bir bütün 20 TL
çıkarıp göstererek; “Siz şimdi bu 20 TL’nin içindeki 5 TL’nin sahte olduğunu
öneriyorsunuz” diyerek skandalı ortaya serdi. YSK’nın kararları bir Seçim
Kanunu niteliğinde idi ve bir itiraz mercii yoktu. Dolayısı ile bu karar yasal veya
kanuni idi ve yürürlüğe de girdi. Peki, YSK’nın bu kararı sizce de meşru mu idi
Sn. Akşener?
Şimdi HDP’lilerin
son zamanlarda Halk TV ve Tele 1’de sık sık dile getirdikleri Eşit Yurttaşlık
ve sözde Kürt Sorununa gelelim. Girişi şöyle yapalım: Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, Gazi Mustafa Kemal ve silah
arkadaşlarının, tüm şehit ve gazilerimizin kahramanlıkları ve büyük bir zaferle
taçlandırdıkları dünyanın ilk Antiemperyalist Savaşının ve devamında Cumhuriyet
ve Aydınlanma Devrimimizin eseridir. Ulus Devletimizin tapusu altında dünyanın çok
sayıda büyük devletinin imzasını taşıyan Lozan Antlaşması’yla taçlanmış; dünya
tarihinde eşi benzeri olmayan güçlü bir tapudur. Bu nedenle Ulus birliğimizin
çimentosu, tarihi, sosyal ve manevi açıdan başka hiçbir ulus devletle
kıyaslanamayacak ölçüde çok güçlüdür. Bu güçlü Ulus Devlet kalesi, Ulus
birliğimizdeki tüm halklar için bir şans olarak hepsinin güven içinde
yaşayabileceği, neslini ve üretici güçlerini geliştirebileceği, aynı zamanda
hep birlikte bunu daha üst düzeye yüceltmek için hep birlikte demokratik bir
cumhuriyet mücadelesi verebileceği temelleri aydınlık bir kale idi.
Ama emperyalist devletler çok uzak olmayan bir
geçmişte emperyalizme karşı zafer kazanmış olmanın hala gururunu taşıyan, başı
dik, güçlü, bağımsız bir cumhuriyeti bu coğrafyada asla istemiyorlardı. Onlara
güdülecek yarı sömürgeler gerekiyordu. Ve emperyalizm güzel ülkemizin ekonomik,
sosyal ve demokratik gelişmesini engellemek için Kurtuluşumuzdan beri sürekli
siyasi, ekonomik müdahalelerde bulundu. Bu, Ulus birliğimizdeki tüm halkların
ortak mücadele etmesi gereken milli, ayırımsız, ortak kaderi idi. Ama Kürt
etnik milliyetçilerinin savaşı bu kaderi daha da kötüleştirdi. Savaş ortamında
militarizm güçlendi, demokratik mücadele doğal olarak iyice geriledi.
Ekonomimiz perişan oldu. En gerici iktidarlara mahkûm olduk.
Tekrar gelelim Eşit Yurttaşlık ve sözde Kürt
Sorununa; bu paragrafa da bir giriş yapalım: Ben, bir toz zerresi kadar bile ırkçı
milliyetçi değilim. Ulus Devlet kalemizde, Ulus birliğimiz içinde yer alan Kürt
etnik kimlikli halkımızı “Türk yurttaşlarımız” olarak görürüm. Kürt
halkının dostları kimlerdir diye sorulsa kendimi onların dostu olarak
görürüm. Ama HDP – PKK’yı Kürt
halkının dostları olarak göremiyorum. Tersine onların neslinin sağlıklı
gelişmesini ve sürmesini engelleyen, hatta onların neslini kırdıran birer
düşmanları olarak görmekteyim. Ayrıca Ulus Devlet teorisine göre (Ernest Renan)
HDP’yi Kürt halkının temsilcisi olarak da görmüyorum. Bunu kırk yıldır
yaptıkları algı operasyonu ile beynimize adeta zorbalıkla kabul ettirmeye
çalışıyorlar o kadar.
Çünkü Kürt etnik kimlikli halkımız, Güneydoğu’da ABD
sömürgesi, despotik bir devlet yerine 150
yıllık parlamenter deneyimi olan, Büyük Atatürk ve silah arkadaşlarının mirası,
aydınlanma devrimimizin eseri olarak modern sanayi toplumunun eşiğinden içeri
girmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Ulus Birliğini güvenli bir kale, bir vatan
olarak seçmiş olabilir. Ve buna değil HDP’nin, kimsenin diyeceği bir şey
olamaz. “Sana ne kardeşim!” derler adama.
Çünkü herkes HDP gibi bela aramıyor; tersine huzur
ve güven arıyor olabilir. Çünkü bu, Kürt etnik kimlikli vatandaşlarımızın çok
doğal ve hayati, sosyal, teknik bir tercihidir. Tekrar ediyorum; “Sana ne
kardeşim derler adama.” İşte HDP – PKK o zaman, “Yıkılsın bu güvenli, Türkiye
Cumhuriyeti Kalesi” deyip yıkmak için saldırıya geçtiler.
Bu girişten sonra devam edelim. Ulus Devletlerde tek
bir ulus vardır ve bizim devletimizde bu tek ulus, Türk Ulusudur. Türk Ulusunun
bütün yurttaşları, etnik kimliği ne olursa olsun anayasal olarak eşittir. Türkiye
Cumhuriyeti kimliğimizde, etnik kökenimizin ne olduğu yazmaz. Kimliğimizin
biçimi ve içeriği, etnik kökenimiz ne olursa olsun tamamen aynıdır. Dolayısı
ile farklı etnik kimliklerin, ekonomik ve sosyal statüleri farklı değildir,
olamaz. Bu; tüm yurttaşlarımızın zaten en ideal eşitliğidir. Kürt etnik
milliyetçilerinin bunun üzerine “eşit yurttaşlık” talebi ve anayasada ulusun
tüm etnik bileşenlerinin kurucu unsur olarak belirtilmesi talebi, Ulus
Devletin, insan, mekan, zaman öznesinden bağımsız olarak tarihin
biçimlendirdiği nesnel yapısına ters, absürt, uyduruk bir taleptir ve bunun
gerçekleşmesi ihtimali Ulus Birliğimizin geriye, federasyona doğru yıkılma
ihtimalini beraberinde getirir.
Diyalektik olarak Ulus devletler bir üst birlik
olarak federasyonlardan sonraki bir aşamadır. Atatürk büyük bir öngörüyle bu
sancılı konakta oyalanmadan ulus devlet konağına geçmiştir. Dolayısı ile
federasyon konağına geri dönüş tarihin diyalektiğine ters bir geriye dönüştür. Ve
bu nedenle bu geri dönüş nerede sonlanacağı bilinmeyen bir parçalanma
olacaktır. Paradigmanın İflasının aksine
Türk Ulus Birliği’nin, Türk Milleti’nin mayası tutmuştur. Türk Ulus Birliği
içindeki tüm halklar gerçekten etle tırnak gibi olmuştur. 40 yıldır PKK’nın
savaşının Güneydoğu’da lokal olarak kalmasının nedeni budur. Bu nedenle etle
tırnağın ayrılması gibi olacak olan bu parçalanma çok sancılı, çok kanlı bir
parçalanma olacaktır. Anadolu paramparça olacak ve Sevr’e geri dönülecektir.
Yugoslavya’dan beter olacağız. Zaten istenen de budur.
Türkiye’mizde bir Kürt Milli Sorunu yoktur. Çünkü
Kürt yoğunluklu coğrafyaya, milli ekonomik bir ayrımcılık hiç yapılmıyordu.
Eşitsiz ekonomik gelişmeden dolayı Orta Anadolu’da birçok ilimiz, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’daki birçok ilimizden gayri safi milli hâsıla ölçeğinde her zaman daha
geri kalıyordu. Kürt kökenli nüfusa milli zulüm de yapılmıyordu. Yani
işkencehanelerde sen Türk’sün, sen Kürt’sün ayırımı hiç yapılmıyordu. Dolayısıyla
bu savaş ABD, CİA Operasyonu olan 12 Eylül sonucu tetiklenmiş ve kurulmuş olan,
Emperyalizmin taşeronu PKK’nın çıkardığı ve 38-39 yıldır sürdürdüğü, binlerce
Mehmet’imizi ve de sivil vatandaşımızı katlettiği haksız bir savaştı.
Bütün
bu sürecin başından bu güne kadar ABD ve AB paralarıyla fonlanan yarım
aydınlarımız da sözde Kürt Sorunu yanında mevzilerini aldılar. Ve Türkiye’mizde
bir paralı aydın ihaneti yaşadık.