Güzel Türkçemiz

119

İnsanlar, meramlarını başkalarına söz veya yazı ile ifade ederler. Sözle ifade tarzı önemli olmakla beraber, yazı ile ifade tarzı daha büyük ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü karşılıklı konuşmalarda yapılan hatayı, meydana gelen yanlış anlamaları düzeltme imkânı vardır. Ancak yazılı olarak yapılan anlatımlarda, yapılan hatayı her zaman tashih etme imkânı olmayabilir.

Bu sebeple, yazışmalarda ifadeler açık, cümleler düzgün olmalıdır. Yazıyı okuyan muhatabınız herhangi bir yanlış yoruma meydan vermeden ve zorlanmadan, anlatılmak istenilen hususu kolayca anlayabilmelidir.

Ancak, yazılı ve sözlü ifadelerin zenginliği, bilinen ve kullanılan kelimelerin azlığı veya çokluğu ile yakından alakalıdır. Nasıl sadece yüz kelime İngilizce bilen birisi meramını anlatmakta güçlük çekerse, Türkçe kelime haznesi az olanlar da aynı zorluklarla karşılaşabilir.

Onun için de, aynı cümle içinde üç tane “neden“, iki tane “sorun” kelimesi kullanma gibi durumlar sık sık görülmektedir. Konuşurken de “örneğin mesela” demekte hiç beis görülmemekte, hatta resmi yazışmalarda dahi “ailevi sebepler nedeniyle” gibi yanlış ifadeler kullanılmaktadır.

Bu bakımdan, cümle kurulurken aynı manaya gelen kelimeler peş peşe kullanılmamalı, aynı zamanda cümlenin öznesi başka, fiili başka telden çalmamalıdır.Zira, lisan insan ve cemiyet hayatında mühim bir unsur olarak görülmektedir.

DİL BİRLİĞİNİN ÖNEMİ:

Esasen, Millet olabilmenin ilk şartı da fertlerin ortak bir dile sahip olmalarıdır. Ayrıca bir topluluğun Devlet kurmasını sağlayan unsurların başında dil birliği, din birliği, bayrak birliği gelmektedir.

Millet mefhumu tarif edilirken ortaya çıkan çeşitli görüşlerin hepsinde; lisan birliği ilk temel unsur olarak daima başta gelmektedir.

Lisanın çökmesi, milletin dağılması, kaybolması demektir. Milleti tek vücut olarak ayakta tutan iskelet lisandır.

Konfüçyüs’e sormuşlar, bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız ilk iş olarak ne yapardınız? Konfüçyüs şöyle cevap vermiş;

Önce dili düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmazsa kelimeler, düşünceler iyi anlatılamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler iyi yapılmaz. Gereken yapılamazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlak ve kültür bozulursa adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. Bu sebeple söylenilen sözü doğru söylemeli. Hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”

DİLDE TASFİYECİLİK:

Maalesef son 40-50 yıldır lisanımızda aşırı şekilde tasfiye hareketi başlatılmış bulunmaktadır. Bunun öncülüğünü de başta okullar olmak üzere basın yayın organları ile televizyon kanalları yapmaktadır. Yediden yetmişe herkes tarafından kolayca anlaşılan birçok kelime Arapça veya Farsça’dan gelmiştir diye atılmak suretiyle bunların yerine ne idüğü belirsiz, dil bilgisi ve gramer kaidelerine uymayan kelimeler getirilmektedir. Hatta öyle durumlar meydana gelmektedir ki öztürkçedir diye bir kelime alınıp onun karşılığında yüzyıllardır kullanıp milli kültürümüzün bir parçası haline gelmiş bulunan kelimeler atılmaktadır.

Bunlara birkaç misal verecek olursak, mesela, aslı Türkçe olmayan, Fransızca’dan alınma bir ‘onur’ kelimesini dilimize yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu kelime,

1 – Haysiyet 2 – Şeref 3 – İzzetinefis 4 – Gurur 5 – Kibir

gibi kelimelerin yerine kullanılmaktadır. Böylece dilimizden beş kelime gidip onun yerine üstelikte Türkçe ile hiçbir alakası olmayan ‘onur’ kelimesi ikame edilmeye çalışılmaktadır.

Şimdi biraz düşünelim, ‘onur’ kelimesi tek başına beş kelimenin yerini tutabilir mi? Mesela kibir kelimesini dilimizden attığımız takdirde kibirli birisine, onurlu bir insan mı diyeceğiz.

‘Sav’ diye bir kelime kullanılıyor. Bu da kullanmakta olduğumuz tez, dava, iddia gibi üç kelimenin lisanımızdan atılmasına sebep olmaktadır.

‘Zorunlu’ kelimesi de, mecburi, zaruri, şart kelimelerinin yerine kullanılmaktadır.

Böylece dilimiz devamlı olarak kelime kaybetmek suretiyle fakirleşmektedir.

Dilden hiç kelime atılmaz mı? Elbette atılır.

Ancak ses vermeyen, çalışmayan, eskimiş plak veya bant nasıl atılırsa, kelimelerde o hale gelince, manası başka kelimeye geçtikten sonra atılır.

Burada incelik şudur. Atılan veya değiştirilen her kelimenin yerine bir karşılık bulunmaktadır. Yoksa yukarıdaki misallerde olduğu gibi beş kelime atılıp bunların yerine bir kelime konulmamaktadır. Aksi takdirde atılan her kelime Milli kültürümüzden kaybolan bir cevherdir.

Hiçbir dil yoktur ki, kelimelerinin % 20-30 u yabancı asıllı olmasın. Mesela İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca gibi Avrupa’nın dört zengin kültür dilinde Latince ve Grekçe’den gelme binlerce kelime olduğu gibi, birbirlerinden alınmış kelimelerin sayısı da binlercedir. Bugün dünya nüfusunun beşte biri tarafından konuşulan İngilizce için Voltair’in söylediği şu söz meşhurdur; “İngilizce fena konuşulan bir Fransızca’dır.” Bu sözden hiçbir İngiliz alınmaz, İngilizce de değerinden hiçbir şey kaybetmez.

Bugün İngilizce’de 100 binden fazla kelime olduğu bilinmektedir. Bu bir dilin zenginliğini ifade eder. Türkçe de ise 75 bin civarında kelime bulunmaktadır. Bunların ise çoğu kullanılmadığı için konuştuğumuz kelimeler birkaç bin ile sınırlı kalmaktadır. Bugün Amerika’ da bir ilkokul öğrencisi 7000 civarında kelime ile okuyup yazmakta iken bu rakam memleketimiz için çok aşağılarda bulunmaktadır.

Bugün Afrika ve Yeni Zelanda yerlileri arasında konuşulan kelime sayısı sadece 800 civarındadır.Bu kadarcık kelime ile ne ilim yapılır, ne de meram anlatılabilir.

Üzülerek ifade edelim ki, bugün güzel Türkçe’miz de bir kabile lisanı haline getirilmek istenilmektedir. Eski YÖK Başkanlarından birisi de Türkçe ile ilim yapılamayacağını ifade etmiştir. Yine üzülerek ifade edelim ki, Agop Dilaçar yıllarca Türk Dil Kurumu Başkanı olarak vazife yapmıştır.

Bundan 40 yıl kadar önce o dönemin Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi tarafından okullara bir tamim gönderilir.

Bu tamimin bir maddesinde denilir ki, “öğrencilerin tensel ve tinsel gelişmelerinin sağlanması için lüzumlu tedbirler alınacaktır”(*) (O tarihlerde kullanılan lüzum ve tedbir kelimeleri, artık bugün can çekişen kelimeler arasında bulunmaktadır.)

Şimdi siz bu tamimi uygulayacak bir öğretmen olsanız ne yapardınız?

Burada ‘ten’ beden yerine, ‘tin’ ise ruh yerine kullanılmaktadır. Yani, tamimde herkesin kolayca anlayabileceği üzere denilmek isteniyor ki, talebelerin bedeni ve ruhi gelişmeleri için lüzumlu tedbirler alınacaktır.

Bu tamimi alıp uygulayacak olan öğretmen dahi bazı hallerde öğrencilerine,

“Tembellik sizin ruhunuza işlemiş” diyecektir. Hiçbir zaman “Tininize işlemiş” demeyecektir. Tinim denilmez. Ruhum denir. Musiki ruhun gıdasıdır denir. Tinin besinidir denmez. İnsan sevdiğine ruhum, hayatım der. Hiçbir zaman yaşamım benim, tinim benim demez. Böyle konuşmakta kimsenin aklına gelmez. Ruh hastalığı vardır, ruh sağlığı vardır.

Bitkileri ele alacak olursak, nane ruhu vardır, lokman ruhu vardır.

Ten ise, hiçbir zaman beden veya vücut manasına gelmez. Olsa olsa cilt manasına gelir. Cildi güzel, cildi bakımlı gibi.

Halen, T.B.M.M.de kabul edilen yeni kanunlarda dahi öztürkçe adı altında birçok kelimeye yer verilmektedir. Bundan önceki koalisyon hükümetleri döneminde kabul edilen 4721 sayılı Medeni Kanunda da aşırı bir şekilde tasfiyeye gidilerek yıllardan beri kullanılan birçok kelime atılarak bunların yerine yeni kelimeler konulmuştur. Bunlardan çokça göze batan bazıları şunlardır;

Tahsis => Özgüleme

İkamet => Yerleşim Yeri

Tehdit => Korkutma

Talep => İstem

İstifa => Çıkma

Teberru => Karşılıksız Kazandırma

Kâtip => Yazman

İhtimal => Olasılık

Taksim => Paylaşma

Teferruat => Eklenti

İstisnai => Ayrık

Aidat => Ödenti

Sebep => Neden

İmkân => Olanak

Tedbir => Önlem

Şart => Koşul

Şimdi size göre bunların hangisi daha Türkçe’dir. Değiştirilen kelimeleri anlamayan bir kimse var mı? Bunların yerine konulan yeni kelimelerin tamamını anlayan var mı?

Bugün yaygın bir şekilde eser yerine yapıt denilmektedir. Böyle olunca peki, “Sende erkeklikten eser yokmuş” yerine ne diyeceğiz. Bir de şu mısradaki,

“Severim her güzeli senden eserdir diye” nin yerine neyi koyacağız.

Lisanımızla bu kadar oynayıp böyle acayip durumların meydana gelmesi yetmiyormuş gibi geçmiş hükümetler döneminde Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu tarafından bir takım kelimelerin kullanılmasına yasaklamalar getirilmiş olduğu hususu o günün bazı gazetelerinde yer aldığı görülmüştür.

Yasaklandığı ileri sürülen kelimelerden bazıları şunlardır:

Asır – Hatip – Kafiye – Milliyetçi – Tabi

Bahtiyar – Hayat – Kanun – Milliyetçilik – Tasvir

Cahil – Haysiyet – Karakter – Muamele – Tavsiye

Devir – Hiciv – Kısım – Nakarat – Tecrübe

Devre – Hukuk – Mana – Nakletmek – Teferruat

Esir – Hür – Mazi -Nesil – Tenkit

Fakir – Hürriyet – Medeni – Nesir – Terbiye

Felaket – Istırap – Medeniyet – Nutuk – Teşkilat

Fert – İdrak – Mekan – Örf – Unsur

Fiil – İstiklal – Memleket – Sema – Vasıf

Fikir – İlim – Meşhur – Sun’ i –  Vasıta

Hakikat – İmla – Mısra – Şahıs – Vatan

Has – İsim – Millet – Şive – Vezin

Hatıra -Kabiliyet – Milli – Tabiat

Şimdi bir bakanlık düşünün ki kendi bakanlığının başındaki “Milli” kelimesini dahi yasak kelimeler arasına koymakta herhangi bir mahzur görmemiştir.

Böylece okullarda çocuklarımıza kelime öğretilmiyor, kelime unutturuluyor. Yanlış kelimeler de doğru diye öğretiliyor.

Üzülerek ifade edelim ki, daha sonra gelen Milli Eğitim Bakanları da lisan hususunda lüzumlu hassasiyeti göstermemişler, geçmişte yapılan tahribatın tamiri için gayret sarf etmemişlerdir. Bunun neticesi olarak ta, bugün halen okullarda güzelim cevap kelimesinin yerini yanıt, şart kelimesinin yerini koşul, hayat kelimesinin yerini yaşam kelimesi işgal etmiş bulunmaktadır.

YAŞAYAN TÜRKÇE:

Esas olan yaşayan Türkçe‘yi kullanmak olmalıdır. Yani herkesin zorlanmadan anlayabileceği, kelimelerin soyuna sopuna bakmadan, lisan ırkçılığı yapmadan kolayca konuşulabileceği bir Türkçe.

Türkçe, bizim hem mazi ile bağımızı, hem de Türkiye hudutları haricinde yaşayan diğer Türklerle irtibatımızı kuran bir kültür zinciridir. Mesela, bizim dilimizden atılmak istenilen kelimeler, bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içindeki Uygur Bölgesinde ve Azerbaycan’ da kullanılmaktadır. Hâkimiyet, vilayet, şehir, medeniyet, alaka mesela, hikâye, vazife, nihayet, selamet, iktisadi, içtimai, mektep, cemiyet, münasip, iradi, rehber, münevver ve buna benzer daha birçok kelime, Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarını aşmış ve dış Türklerle aramızda bir kültür köprüsü meydana getirmektedir., Kelime düşmanlığı “bilerek veya bilmeyerek” hem bu ortak bağı koparma ve hem de bizi köksüz bir millet haline getirme gayretlerinin ürünüdür.

Kelimeler canlı varlıklar gibidir. Onlar da doğarlar, halkın dilinde çeşitli ve farklı manalar kazanarak uzun yıllar yaşarlar. Ve günün birinde hayatiyetlerini kaybedebilirler. Dayatmayla, baskıyla kelimeleri katlederseniz o zaman fikir hayatını güdükleştirir, kültür birikimini berhava etmiş olursunuz.

Kelimeler, yabancı kökten gelmiş olsalar bile sesleriyle milli olurlar. Buna misal vermek icap ederse mesela, Acem dilindeki “Came-şuy” kelimesi alınıp “çamaşır”, “şuban” kelimesi “çoban”, Arapça’daki “heva” kelimesi ise “hava” yapılmıştır. Bugün artık çamaşır, çoban ve hava halis birer Türkçe kelime olmuşlardır.

Netice itibariyle, şuursuzca yapılan öztürkçeleştirme çalışmaları, lisanımızı devamlı olarak fakirleştirmekte, adeta bir kabile dili haline gelme noktasına doğru götürmektedir.

Bunun neticesi olarak da mazimiz ile olan kültür bağımız kopmakta, nesiller arasındaki irtibat zayıflanmaktadır. Bugün bırakınız dede ile torunu, baba ile oğul dahi birbirini anlayamaz hale gelmiş bulunmaktadır.

DİLDE BİRLİK OLALIM

Bütün yukarıda anlatılmak istenilen hususları Ziya Gökalp, 1918 yılında yazmış olduğu Yeni Hayat isimli şiir kitabında bulunan “Lisan” başlıklı manzumesinde çok güzel ifade etmektedir.

Ziya Gökalp, 10 kıta’lık manzumesinin iki kıta’sında şöyle demektedir.

Güzel dil Türkçe size,

Başka dil gece bize,

İstanbul konuşması,

En saf, en ince bize.

Türklüğün vicdanı bir,

Dini bir, vatanı bir,

Fakat hepsi ayrılır,

Olmazsa lisanı bir.

İşte lisan meselesinin esasını da bu husus teşkil etmektedir.

Bu itibarla, dilde birlik olalım, milli birliğimizi koruyalım.

 

(*) :

Bahsi geçen tebliğ, Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU’ nun

1972 yılında yayımlanan ” Türkçenin Karanlık Günleri” isimli

kitabından alınmıştır.