Gurabahane-i Laklakan Bakanlığı -1

99

Gurabahane-i Laklakan’ı yeni neslin hatırlayacağını sanmıyorum, çünkü Milli Eğitimin böyle bir derdi yok.

Bakanlık bilgi yüklemekten, en hümanist dünya vatandaşı yetiştirmeye terfi etse de, ‘Düşkün Leylekler Evi’ anlamına gelen deyimi Ahmet Haşim’in derlemelerinden oluşan kitabının adı olarak hatırlayanlarımız vardır.

Yaratılan her canlıyı imandan bir şube sayan Müslüman Türk halkı, oluşturduğu vakıf medeniyetinde kurduğu; Darülaceze, Darülşafaka, Darüleytam ve imaretlerle yetimin, fakirin düşkünlerin yardımına koşarken; kurduğu leylek vakfı ve yaptırdığı kuş evleriyle hayvanlara yardımı ibadet haline getirmişti.

İslam esaslarına göre sürdürülmesi gereken dünya hayatının icrası olan ve bütün sanatları içine alan yaşama sanatı, ahenk üstüne kuruluydu ve her Müslüman o ahengi korumakla ödevli olduğunu bilir, Allah rızasını kazanmak için yaratılanı yaratan aşkına severdi.

Bu aşkla yaşamını sürdüren Müslüman Türkler, karıncayı incitmekten çekinir, incinen leyleklere bile sahip çıkardı.

Bu bilinçle hareket eden atalarımız, başta sakat leylekler olmak üzere, göçmen kuşların bakımının yapılması için dünyanın ilk hayvan hastanesi olan ‘Gurabahane-i Laklakan’ı’ 19. yüzyılda Bursa Orhangazi’de kurmuşlardı.

Bursa Orhangazi Belediyesi, dünyanın bu ilk hayvan hastanesini iki yıl süren onarımdan sonra 31 Mart 2012 tarihinde hizmete sundu ve böylece ‘Gurabahane-i Laklakan’ açıldı…

Bu hizmet Milli Eğitim Bakanlığının beyni olan Talim ve Terbiye Kurulunu çok etkilemiş olacak ki; 70 senedir Edebiyat kitaplarının başköşesini süsleyen ‘Bayrak’ şiirinin; “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım / seni selamlamadan geçen kuşun yuvasını bozacağım” mısralarından ötürü, ders kitaplarından çıkarılmasını kararlaştırmış.

Bakan, Talim Terbiye Kurulunun kararını; “seçilen metinler öğrencileri iyiye, güzele, doğruya yöneltmeli, iyi alışkanlıklar kazandırmalıdır” hükmü gereğince yapıldı diye açıklamış.

Bakanın bu açıklamasını esas alırsak; İstiklal Marşı başta olmak üzere, Çanakkale Şehitleri şiiri, Safahat, Mevlana’nın Mesnevisi ve hatta La Fontaine masallarının bu işten nasibini alması gerekecek… Hatta öğrencilerin Çanakkale Şehitliklerine yaptıkları ziyaretleri bile yasaklamak gerekmez mi? Ölümü, ölmeyi, öldürmeyi hatırlatıyor, başka milletlere karşı çocuklarda kin hafızası oluşturmuyor mu?

Sayın Bakanın mantığına göre, Bayrak şiirindeki “seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” mısrası, Akif’in Çanakkale Şehitleri şiirindeki; “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…” mısrası yanında çok hafif kalır.

Zırva tevil götürmez diye boşuna dememişler. Bu tevil olmadı Sayın Bakan! O şiiri okuyan çocuklar her ne kadar kuracağınız yeni düzende ‘kuşdilini’ öğrenecek olsalar da, kuşların bayrağı selamlamayacağını bilir, bu mısradaki mecazı anlar.

Mezar kazmaya gelince, herkes öleceğini bilir ama mezarını kazmaz, hep başkaları kazar ölenlerin mezarını. Sağ olanın mezarını kazmak, ona, ölümü hatırlatmaktır. Söz konusu bayrak olunca böyle muzipçe uyarılar ve tepkiler bilakis çocukları zenginleştirir, onlara kötü alışkanlıklar kazandırmaz.

Ulusal değerleri olmayanın evrensel ölçekte yeri olmaz. Geçmişle bağı olmayan ulusal hafızasını yitirmiş, kimliksizleşmiş bir ulusun milletler ailesinde yeri nasıl olur?

Okumak ve okuduğunu anlamak; kes yapıştır tekniğiyle bilgilenmenin ötesinde bilinçlenme ve derinleşmeyle alakalıdır…

Çocukların iyi, güzel ve doğru alışkanlıklar edinmesini dert edinen Bakanlığın böyle eften, püften işlerden önce, onları sokağın, televizyonların ve internetin saçtığı zehirlerden nasıl kurtaracağını düşünmesi gerekmez mi?

Arif Nihat Asya, Adana Lisesi Edebiyat öğretmenidir. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanışının yıl dönümü olan 5 Ocak 1940 günü yapılacak kurtuluş törenlerinde, Ulu Cami minaresi ile Saat Kulesi arasına Adana’nın tarihi Bayrağı çekilirken bir şiir okunması istenir ve bu görev Maarif Müdürlüğünce Adana Lisesine verilir. Lise Müdürü Arif Hocayı görevlendirir, hoca üç- dört öğrencisini kütüphaneden kurtuluş törenine uygun bir şiir bulmakla görevlendirir. Öğrenciler kayda değer bir şiir bulamazlar, törenlere bir gün kalmıştır, Arif Hoca o gece gaz lambası ışığında işte bu bayrak şiirini yazar ve şiirini hiç düzeltmeden öğrencisi Aydın Gün’e verir, onu biraz çalıştırıp törende şiiri okutur. Şiir, müthiş bir takdir toplar ve onu Arif Hocanın yazdığı çok sonraları öğrenilir ve ‘Bayrak Şairi’ diye anılmasına sebep olur.

Arif Hoca, bu ünvanı, altından dökülmüş İstiklal Madalyası kadar değerli bulsa da, şiir ve şair iftiralara maruz kalmaktan, fitne ve fesada alet edilmekten bir türlü kurtulamaz.

Şiirin talihsizliğine bakın ki; şiirde geçen “Ey göklerin beyaz ve kızıl süsü”, “Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün kızıllığında ısındık” mısralarındaki ‘kızıl’, kelimesinden dolayı komünizm propagandası yaptığı ve şiirin Rus bayrağı için yazıldığı iftirasına maruz kaldığı yetmezmiş gibi; “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim; / Yeryüzünde yer beğen / Nereye dikilmek istersen / Söyle seni oraya dikeyim” mısralarını taşıyan son kıtası, ’emperyalist emeller içeriyor’ iddiasıyla devrin iktidarınca ders kitaplarından çıkarılır.

Arif Hoca’nın, bu duruma çok üzüldüğünü ve Şubat 1969 tarihli Defne Dergisinin 62. sayısında Metin Nuri Samancı’ya verdiği röportajda bunu yapanlara; “Elleri kırılsın! Elleri kırılsın!” dediğini öğreniyoruz.

Ünlü şairlerimizden Yavuz Bülent Bakiler’in ifadesiyle; “Bir milletin iki ordusu vardır. Biri askeri diğeri kültür ordusudur. Asker vatanı korur ve kurtarır. Kültür ordusu bu vatan için gerektiğinde canını feda etmenin nedenini öğretir. Arif Nihat Asya bu öğreticilerden biridir.”