Şafak sükûnetinde Yıldızlar endişeli,
Güneşin doğup, doğmayacağı şüpheli.
Uhut Dağı’nda hüzün ve sevinç:
Yenişemeyen pehlivanlar…
Asaletin acısını umursamaz onlar.
Kendinden menkul arzulara takılıp gidenler,
Fayda vermeyecek pişmanlıkları afakı deler.
Ben duruyorum dostlar, bakışlarım yerlere takılı.
Dönmeden topuklarımın üstünde, heykel olasım var.
Parmaklarımı taşa, toprağa çivileyesim var.
Burası durak yeri;
Tarihin bir daha kesiştiği,
Gülbağrına saplanan mızrak yeri dostlar…
Bir rüzgâr bekliyorum dostlar!
Ya “geriye dön”, ya “ileriye git” diyecek.
Kaderimden bir rüzgâr bekliyorum dostlar.
Mübarek Uhut Dağı’nda:
Tam da yamacın sağında…
Müşrik Halid Bin Velid Tugayı’nın önünde:
Alınyazımdan, çölün kumyalayan bulutlarından.
Sabrıma sabır ekliyorum ekliyorum dostlar.
Elimde, kartal tırnağı oklarım
Ve Pompei öfkeli yayım,
İşte orda, o günkü gibi: Uhut’dayım.
Her şey gerçek ve apaçık,
Gökten inen ilahî vahiy kadar.
Yağmaya koşanların okları, terk edilmiş oklar…
Ah yetim oklar… ah işaretim oklar, keşke yaysız uçsalar.
Ecel dolu, bedel dolu sadağım.
Emir gelmeden yerimden kımıldamayacağım.
Ben yalçın kayaya, derin toprağa kök salan sakız ağacıyım.
Çiğnenmekten, tükürülmekten korkmuyorum.
Ben duruyorum dostlar, bakışlarım yerlere çakılı.
Dönmeden topuklarımın üstünde, heykel olasım var.
Parmaklarımı taşa, toprağa çivileyesim var.
Burası durak yeri;
Tarihin bir daha kesiştiği,
Gül bağrına saplanan mızrak yeri dostlar.
Çatlasa da dağlar, kefen giyse de bütün sağlar
“Gel” denilinceye kadar yerimden ayrılmayacağım.
Bir iltifat, ikram istemiyorum.
Ben sadece “Gel” denilinceye kadar.
Bu geçidi tutuyor ve koruyorum.