2002 milletvekili seçimlerinde bir milletvekili adayının seçim çalışmaları kapsamında köyler ziyaret ediliyordu. Burdur’da küçük bir köydeyiz. Milletvekili adayı, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olaylarına dair bilgiler veren ve o sıralarda yaşanan ekonomik ve siyasi sıkıntıların sebeplerini, sorumlularını anlatan bir konuşma yapıyordu. Köy kahvesinde akşamın ilerleyen saatlerinde gerçekleşen bu konuşmaya 70-80 civarında köylü vatandaşımız katılmıştı.
Herkes konuşmayı dikkatle ve alakayla dinlerken, köylülerden biri elini kaldırarak söz istedi ve kızgın bir ses tonuyla çıkıştı. “Siz bunları bize niye anlatıyorsunuz?“
Aday biraz da şaşkınlıkla, “Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu bilmeniz ve oyunuzu kullanırken doğru tercih yapabilmeniz için bilgi vermeye çakışıyorum” diye cevap verdi.
Köylü yine sert bir ses tonuyla devam etti: “Siz bunları anlattınız da ne oldu? Anlattıklarınızı, Türkiye’yi sıkıntıya sokan sebepleri değiştirmek için benim bir şey yapma şansım hiç yok. Dün evime gittiğimde gece yastığa başımı koydum ve rahat bir uyku uyudum. Şimdi sizin bu anlattıklarınızdan sonra bugün nasıl uyuyabileceğim? Bunları anlatmakla iyi ettiğinizi mi sanıyorsun?”
Şu sıralarda halkımızın ve aydınlarımızın bir kısmı tam da bu köylünün ruh hali içinde.
Beyinlerimize bombardıman edilen bilgiler karşısında düşünmek, muhakeme etmek, karar vermek gibi beyin faaliyetleri halkımıza yorucu, yıpratıcı ve faydasız geliyor. Günlük geçim kaygısı, çocukların eğitimi, trafik çilesi, ekonomik sıkıntılar vb insanımızı yeterince yoruyor. Ekonomik ve siyasi sıkıntıların sebebi olarak iyi yönetilmediğimize dair bir kanaati oluşsa bile bunu değiştirmeye gücü yetmeyeceğini düşünerek bu alanlarda düşünmeyi ilgi alanından çıkarıyor.
Bir grup yazarçizer ise, ülkemizin esas meselelerine kafa yormaktansa, bir uzaktan kumanda cihazına bağlanmış robotlar misali belli konuları Türkiye gündemine getiriyor ve bu konular hakkında hazırlanmış fikirleri tekrarlıyorlar. Bu gruptan 50-60 kişi kadarı belli başlı TV ve gazetelerin önemli köşelerini işgal etmiş durumda ve çok sayıda kanaldan aynı görüşler devamlı tekrarlanıyor. Tek doğrunun kendilerinin dediği gibi olduğuna dair bir kanaat oluşturmaya çalışıyorlar.
Bahse konu yazarçizer takımı bazen “AB kulübüne girmek için bu kulübün şartlarını yerine getirmeliyiz”, bazen “hepimiz Ermeniyiz“, bazen “AB hedefi için Kıbrıs’tan fedakârlık etmemiz lazım“, bazen “Ergenekon, ölüm kuyuları, yargısız infazlar” nakaratlarını tekrarlamakta. Ermenilerden özür dileyen, Ermenistan kapısının açılmasını, Rum Ortodoks Kilisesi Patriğinin ekümenikliğinin (evrenselliğinin) tanınması, papaz okulunun açılmasını, Rum gemilerine limanlarımızın açılmasını isteyenler, bankalarımızın/ şirketlerimizin/ limanlarımızın yabancılaşmasını teşvik edenler hep aynı kişiler. Son zamanlarda ise “kollektif haklar, Kürtçe Eğitim, federasyon gibi İmralı’daki terör örgütü liderinin kavramlarını ve taleplerini makul şeylermiş gibi beynimize kazımaya çalışmaktalar.
Necip Fazıl Kısakürek “Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş. / Fikir çilesinden büyük işkence” mısralarıyla gerçek aydının talip olması gereken “çile“li yolu tarif ediyordu. O aydın ki “bir zehirli kıymık gibi beynimde” dediği fikir sancısını yaşayacaktır. Kendisine çizilen rotada değil, değerlerinin ve kutsallarının yaşaması uğruna üreteceği fikirleri milleti ile paylaşacaktır.
Garip olan ve hayretle izlediğimiz hadise ise, Necip Fazıl’ın manevi çeşmesinden su içerek yetişen bir siyasi ekolün temsilcileri ile bahsettiğimiz uzaktan kumandalı, güdümlü yazarçizer takımının tam bir uyum içerisinde olması.
Necip Fazıl’ın tarifiyle “Büyükdoğu” gençliği, Mehmet Akif’in ifadesiyle “Asım’ın nesli” olmak iddiası içinde yetişen siyasi ekolün temsilcileri ile çoğunluğu eski sosyalist, yeni liberal, bir kısmı da cemaat ve tarikat menşeli yazarçizer ve siyasetçi takımı arasındaki uyum ve eşgüdümün izahı pek kolay değil.
Aynı siyasi ekolün temsilcileri Türkiye’nin tarihinde kırılma noktası oluşturabilecek, tarihi kayıplara yol açabilecek bütün kritik karar süreçlerinde “merak etmeyin, sizi düşünen sizden birileri sizi yönetiyor, ülkemizin varlıklarını, birliğini ve dirliğini koruyoruz, bize güvenin” sözlerini sıkça kullanıyor. Bu sözlere karşı gerçek aydının tavrı ne olmalı?
Gerçek aydın kumaş içine batan toplu iğne gibidir, dikiş iğnesi gibi değil. Toplu iğne gibi başı daima dışarıda kalıp, kumaş içinde kaybolmayan kişidir.
Kumaş bazen bize sunulan bilgi bombardımanı veya propaganda malzemeleridir. Gerçek aydın bu propaganda malzemesi içinde kaybolmaz.
Kumaş bazen bize sunulan menfaatlerdir, iktidar nimetleridir, paradır, mevkidir, şöhrettir. Gerçek aydın bunların içinde kendini kaybetmez.
Gerçek aydın ortak değerlerle, ortak kutsallara saygıyla yetiştiği insanların hata yapmaması veya az hata yapması için, elinden gelen bütün açık yüreklilikle, görüşlerini paylaşır. Onları peşin “güven” duygusuyla değerlendirmez, güvenilir olmaları için eksik ve hatalarını görür ve gösterir.
İktidar sahipleri, kendisinin eksik ve hatalarını söyleyen, eski dostları olan gerçek aydınların söz ve yazılarından genellikle rahatsızlık duyarlar. Övülmek, her yaptığında bir hikmet bulunduğunu duymak daha çok hoşlarına gider. Böylece hata ve yanlışlar çoğalır.
İşte bilhassa bu dönemde gerçek aydınlar sabırla, inatla ve azimle, yapılan her icraatı şüpheyle araştırır, ortak değerler ve kutsalların ışığında değerlendirir ve doğruları söyler, yazar.
Bize düşen de böyle olmaya çalışmaktır.