Dünyada ve Türkiye’de “Hukukun Gücü” yerine “Güçlünün Hukuku” hakim duruma geliyor. Bu yüzden güçlü olmayanlar bir endişe ve korku iklimi içinde.
ABD Başkanı Donald Trump uluslararası hukukun genel kabul görmüş ilkelerini pervasızca yok sayıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaş sırasında işlendiği iddia edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmıştı.
Trump bu yüzden UCM’ne yaptırım uygulama kararı aldı. Bu yaptırımlar arasında UCM Hakimlerinin mülk ve varlıkların bloke edilmesi ve UCM yetkilileri, çalışanları ve akrabalarının ABD’ye girişine izin verilmemesi de yer alıyor.
ABD ve İsrail UCM’ne üye değil ve mahkemenin yargı yetkisini tanımıyor. Mahkemeye üye devletlerin, haklarında tutuklama emri çıkarılan kişileri kendi topraklarına ayak basmaları halinde tutuklamaları gerekiyor. Ancak UCM’nin bunu uygulatabilmesi mümkün değil.
Avrupa Konseyi ve AB ülkeleri temsilcileri, “ABD yaptırımlarının UCM’nin bağımsızlığını tehdit ettiğini ve ceza adaleti sistemine zarar verdiğini” belirten açıklamalar geldi. Ama değişen bir şey olmadı.
ABD ve İsrail’in (Netanyahu’nun) uluslararası hukuku hiçe sayan davranışları say say bitmez. Ama eskiden bunları hukuki bir kılıfta sunmak için bir çaba gösterirlerdi. Şimdi artık pervasızca “mademki ben güçlüyüm, istediğim her şeyi yapabilirim” mesajı vermeyi tercih ediyorlar.
Trump’ın Grönland, Meksika Körfezi, Kanada üzerinde egemenlik iddiaları şaşırtıcıydı. Ama bu tür çıkışların içinde en çok şaşırtanı Gazzelileri Gazze’den sürgün ederek, bu bölgeyi ABD hakimiyetine almak ve “Ortadoğu’nun Rivierası” dediği turistik bir şehir haline getirme projesi oldu.
Böyle bir hareketin çok kötü bir emsal teşkil edebileceğini, her güçlü olan devletin göz koyduğu bir bölgeyi işgal edebileceği bir dünyada kaosun hakim olacağını öngörmek zor olmasa gerek.
Filistinlileri Gazze’den sürmek istedikleri iki ülke Ürdün ve Mısır. Trump bu iki devletin başkanlarıyla görüştü. Bu iki devletin başkanı “ABD ile birlikte çalışmak istediklerini ancak Gazzelilerin bulundukları yerden ayrılmadan Gazze’nin imarını istediklerini” açıkladılar. Görünen o ki Trump’ın baskısıyla bu iki devlet, vatanlarından sürgün edilecek, Gazzelileri ülkelerine almak zorunda kalacaklar.
“Olmaz” dediğimiz şey olacak, ABD/ İsrail projesi tıkır tıkır yürüyecek gibi. “Binlerce yıllık ezeli ve ebedi vatanlarından çıkarmaya kimsenin gücü yetmez” dediğimiz Gazzeliler vatansız kalacaklar.
İnşallah Türkiye de “Gazzelileri siz alın” baskısına maruz kalmaz. Bu kadar kırılgan yapıdaki bir ekonomi ile Trump’ın “ekonomini mahvederim” tarzı bir tehdidine direnmek kolay olmaz.
*************************************
Türkiye’de Hukukun Siyasallaşması
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile Türkiye’de “kuvvetler ayrılığı” ilkesinden uzaklaşıldı, devletin üç gücü (yasama, yürütme ve yargı) tek elde toplandı. Yargının siyasi sonuçlu davalarda tarafsız ve bağımsız olmadığı algısı yerleşti.
Hâkim ve savcıların tüm atama, terfi, tayin ve diğer özlük hakları konusunda tek yetkili karar organı olan HSK’nın 13 üyesinin 6’sı CB Erdoğan, kalan 7’si AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın milletvekilleri tarafından seçiliyor. (Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır.)
“Hakim teminatı” denilen ve yargı bağımsızlığının önemli bir unsurunu oluşturan ilkeye uyulmuyor. Hâkimler azledilebiliyor, emekliye sevk edilebiliyor, istemedikleri yere tayinleri yapılabiliyor. Anayasamızda “doğal hakim ilkesi” var ama uygulanmadığında bir şey olmuyor. Davanın taraflarına göre hakim atanabiliyor. Siyasi mahiyetli davalarda belli savcı ve bilirkişiler görevlendiriliyor.
Ve artık… Hemen her güne siyasi parti liderleri, ülkenin en büyük il ve ilçelerinin belediye başkanları, gazeteciler, sanatçılar için soruşturma ve tutuklama haberleriyle uyanıyoruz. Bu haberler hukukun siyasallaştığı kanaatini pekiştiriyor.
*************************************
Prof. Dr. Adem Sözüer’in Ürpertici Tespitleri
Prof. Dr. Adem Sözüer (AKP iktidarının ilk yıllarında) 2004’te hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanununun yapılmasında öncü olan saygın bir ceza hukuku hocasıdır.
Sözüer, T24’te Cansu Çamlıbel’le röportajında hukuk sistemimiz için çok keskin tespitler yapmış.
“Şu an Türkiye’de anayasa askıda mıdır?” sorusuna verdiği cevap şöyle:
“HSK’daki gücünüzü kullanarak yargıyı emir komuta zinciri düzenine getirmişseniz Anayasa askıdadır.”
“Eğer Anayasa’yı uygulamıyorsanız, bu durumu nasıl tanımlayacaksınız? Elbette ki askıdadır. Eğer anayasada yazıyorsa ki “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme, herkesi bağlar” ama siyasi iktidar “beni bağlamaz” diyorsa, anayasa askıdadır. ‘Anayasa askıda’ demek şu anki durumu özetleyecek en hafif tabir olur.”
Prof. Dr. Adem Sözüer totaliter rejimlerde pek çok davanın “görünüşte davalar” olduğunu ifade ediyor. “Bakıldığında, bir savcı vardır, bir hâkim vardır, bir mahkeme salonu vardır, avukat da vardır. Sanki gerçek bir yargılama oluyor gibi bir hava yaratılır, halbuki ne karar verileceği daha önceden bellidir.”
“Hitler, Stalin dönemlerinde ve başka ülkelerde bunun çok örnekleri vardır. Ülkemizde Yassıada, Fetö yargısının hakim olduğu dönemde Balyoz gibi davalarda kararlar önceden verilmişti. Maalesef bugün de Türkiye’de siyasi bağlantılı çoğu soruşturma ve kovuşturmaların akıbetini siyasi makamlar belirliyor.”
Prof. Sözüer, Osman Kavala, Ekrem İmamoğlu, Can Atalay, Ayşe Barım, Ümit Özdağ soruşturma ve davalarını bu kapsamda değerlendiriyor.
Hatta “kişinin tutuklamasını ve mahkûmiyetini gerektirecek şüphe sebebi olabilecek bir delil yok” diyen AİHM Kararlarına rağmen Osman Kavala’yı içeride tutanların, Ceza Kanunu’ndaki ‘kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma’ suçunu işlediğini söylüyor.
“Kavala ve arkadaşları şu an bu suçun mağduru olarak cezaevinde. Eğer serbest bırakılması gereken kişiyi cezaevinde tutuyorsanız suçtur bu” diyor.
*************************************
SON SÖZ: Eğer Trump’ın “Gazzelileri sürme” projesine ve Netanyahu’nun zulümlerine karşı mücadele edeceksek bunu ancak “hukukun üstünlüğü ilkesi” ve “insan hakları” zemininde yapabiliriz.
Gazzelilerin hakkını güçlü bir şekilde savunmak istiyorsak, öncelikle güçlünün hukukunun uygulandığı değil, hukukun güçlü olduğu bir Türkiye olmamız lazım.