Değerlerin oturmadığı bir dünyada, hayat tam bir kara mizah. İki iş adamı iflasın eşiğine gelmişler. İflastan kurtulmaları için tek yol, şirketlerine bir alıcı bulmakmış. O alıcıyı da bulmuşlar. Şirketlerini iyi fiyat verip almak isteyen iş adamı, “Yarın sabah saat 9.00’a kadar telefon etmezsem şirketinizi satın almam kesinleşmiş olacak” diyerek iki ortakla el sıkışmış. Ertesi sabah iki ortak endişe içinde saatin 9.00 olmasını bürolarında beklemeye başlamışlar. Saat tam 9.00’u gösterirken telefon çalmış. Ortaklardan biri elleri titreyerek telefonu açmış, ahizeyi kulağına götürmüş, karşıdakinin söylediklerini dinlemiş. Sonra telefonu kapatıp ortağına dönmüş: “Gözümüz aydın, biraz evvel baban vefat etmiş.” demiş.
Çok ilginç değil mi? “Gözümüz aydın.” ve “Biraz evvel baban vefat etmiş.” cümleleri yan yana tam bir kara mizah örneği oluşturuyor.
Hayat, çelişkilerle dolu. Hayatımızın her anında değerler çatışması yaşıyoruz. Bu, bizi, kendimize ve çevremize karşı güvenilmez; kendi içimizde tutarsız kılıyor. Dün ak dediğimize bugün kara ya da bir başka gün başka bir şey diyebiliyoruz. Kendisine güldüklerimizle ağladıklarımız, zamanla yer değiştirebiliyor. Bu yönüyle, yaşam, tam bir sınav süreci. Hayatımızda standart oluşturamıyoruz. Normal şartlarda bir insana “Gözümüz aydın, baban ölmüş.” demek tam bir dangalaklık ifadesi.
Zannediliyor ki, değerler çatışması çağımıza özgü. Değerler çatışması, evrenseldir; insanın yaşadığı her yer ve zamanda olmuştur. Zaman ve mekân bizim için, biz imtihan için yaratılmışızdır. Zamanın ve mekânın hakkını verebilmek, doğru değerler üzerine bir hayat sürmekle mümkündür. Yoksa biz de kara mizahın etkisiz figüranı olur, iki kapılı hana girdiğimiz gibi buradan çıkar gideriz. Arkamızdan, sadece “Kimler geldi, kimler geçti?” denir. Kara mizahın etkisiz olmayanlar figüranları için de gelip geçenlerin adı söylenir. Onlar, hayırla yâd edilir.
Kâhya, Osmanlı paşasına bayram sabahı “Ölür müsünüz, öldürür müsünüz?” diye sorar. Paşa “Neden?” diye sorunca kâhya, “Komşu konağın paşası, size bayram hediyesi olarak ipek kefen göndermiş.” der.
Paşa’nın komşu, paşanın bu hediyesine nasıl tepki verdi, bunu bilmiyorum. Bu hediyede harika bir ironi var. Ölmek ve öldürmek. Ölmek, niçin; öldürmek niçin? Bir anlayışa göre yaşamak için öldürmek gerekir; bu orman kanunu. Bir anlayışa göre yaşamak için ölmek gerekir. “Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.” diyen Faruk Nafiz gibi. Hediyenin kefen, kefenin ipek olması; asıl değerlendirilmesi gereken konu. Herkes, bir şekilde yaşıyor ömür denen süreci. Bu süreçteki değerlerin nedir, neyi önemsedin, niçin ve nasıl yaşadın? Kefenden kurtulmak mümkün değil. Kefene girmeden önceki hayatın nasıldı? İnanıyorum ki, kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle dirilir. Dirilişten sonraki hayatını, Allah bilir.
Öykücükteki gibi, işi kazandık, iflastan kurtulduk; ama babamızı kaybettik. Sevinelim mi üzülelim mi? Hangi tepki, insani? Varlık nedenimiz, hangi tepkiyi gerektiriyor? Zaman geçiyor, bizim için mekân daralıyor. Önce takvime, sonra saatinize bakınız. Ne kadar vaktiniz var? Yeriniz neresi?