Görünür Ak mı Ak, Kapkara Tumturak (I)

96

     AB’nin bir görünen zahirî / dış yüzü var. Bir de görünmeyen / batınî / iç yüzü. Görünen yüzü ak mı ak, öylesine parlak! Ki bakanın gözleri kamaşıyor. Görünmeyen yüzü ise, kapkara tam bir tumturak! Ki gören dehşete düşüp şaşıyor.

     Yaptığımız alıntılar AB’nin gerçek yüzünü görmemizi sağlıyor. Asıl hedefini anlamamıza yardımcı oluyor: “Gürcistan’da bölgesel sorunlar uzmanı Profesör Revaz Gaşel Şiladze, (diyor ki): Sovyetler Birliği kurulurken milletler esasına göre kurulmuş bir komünizm yaratmaya çalıştı. Her yerde etnik esasa uygun devletlerin gelişmesini sağladı. Hattâ yer yer olmayan özerk cumhuriyetler yaratıldı etnik temelde. Aslında bu örgütlenme biçimi dağılmanın da temelini yaratmış oldu. Nitekim ufak bir liberalleşme çabası anında dağılmayı beraberinde getirdi.” (Oral Çalışlar, Cumhuriyet 5. 10. 2004)

     AB de Türkiye’de etnik esasları ele almıyor mu? Türkiye’de etnik temellere dayalı çıkışlar olsun istemiyor mu?

     Türkiye’de Özerk Cumhuriyetler doğuracak adımların atılmasını söylemiyor mu?

     Bunları ileride sosyal patlamalara yol açacak şekilde tanzim etmiyor mu?

     Kısaca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeline dinamit yerleştirmiyor mu?

     Bunun uğursuz ve sinsi gayreti içinde değil mi?

     “Revaz, ilk tartışmaların başladığı zaman Moskova’da Sovyetler’in önde gelen bir yöneticisiyle yaptığı ilginç bir konuşmasını şöyle aktarır: Kendisine, çok partili sisteme neden izin vermiyorsunuz diye sordum. Mümkün değil diye cevap verdi. Böyle bir izin çıktığı an her ülkede milliyetçi partiler kurulur ve onlar anında ülkenin yönetimini ele geçirirler ve bağımsızlık iddiasıyla ortaya çıkarlar. Nitekim onun dediği gibi oldu, onlar milliyetçi partilere izin vermediler ama, her ülkede bağımsızlık hareketiyle milliyetçilik yükseldi ve kopuş başladı.” (a.g.m.)

     Türkiye’yi küçük bir Rusya kabul edin. Türk Milletini meydana getiren unsurları da ayrı birer ulusçuk sayın. Onların birer birer benlik dâvâsı güttüklerini, sonra da çıkarılacak sürtüşme ve çatışmalar sonucu ayrılık-gayrılık dâvâsı gütmeye başladıklarını düşünün. Bu uyuyan fitnenin uyandırılması değil midir? Hz. Peygamber boşuna mı “Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun.” dedi. Türkiye’de kopuşları doğuracak adımlar atılmak isteniyor. Nitekim atılmadı değil.

     “Profesör Gaşelşiladze, Rusya-Gürcistan ilişkilerini ise şöyle yorumladı: Ülkemizin dört bir yanında Rusya’nın askerî birlikleri ve çeşitli askerî üsleri var. Bu birlikler özellikle etnik sorunların olduğu bölgelerde yoğunlaşmış durumda. Biz askerin çekilmesi talebini dile getirdikçe onlar da etnik sorunları kaşıyorlar. Örneğin eskiden yalnızca Osetya vardı, şimdi de Güney Osetya çıktı. Bunun yaratıcısı Rus yönetimi. Güney Osetya denen bölgede topu topu 60 bin insan yaşıyor. Bunun 35 bini Oset, 25 bini Gürcü. Orada bir kargaşalık neden çıkarılıyor ki?” (a.g.m.)

     Bu gerçekler ışığında Türkiye’ye bakacak olursak:

     ABD’i Güneydoğu’ya yerleşmek istemedi mi? Özellikle Diyarbakır’ı kendisine üs ve merkez olarak seçmedi mi? Dışarıdan kışkırtması yetmiyormuş gibi, ta içimizden bizi vurmak istemedi mi? Zaten vuruyordu. Ama bu sefer can evimizden vurmayı denemedi mi? Çekiç Güç bölücü örgütü alenen desteklemedi mi? Geceleri havadan atmak suretiyle ihtiyaçlarını karşılamadı mı? Hâlen de karşılamıyor mu? Kandil dağlarında kümelenen teröristleri, sırasında maşa olarak kullanmak üzere elinin altında tutmuyor mu? Bu suretle Türk Dış Politikası’na istediği şekilde yön vermeyi kurmuyor mu? Bu teröristleri elinin altında tutarak Türkiye için daimî bir tehdit unsuru olarak kullanmıyor mu?

     Böylece Türkiye’ye karşı “Tavşana kaç, Tazıya tut.” şeklinde iki yüzlü bir politika uygulamıyor mu? Yüzümüze gülerken, Türkiye’yi arkasından hançerlemiyor mu? Bu nasıl müttefiklik anlayışıdır ki, gayesi için her şeyi mübah görebilmekte, menhus ve uğursuz gayesi için, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’yi kana bulamak istemektedir. Yeniden terörü harekete geçirdiğinin belirtileri; her gün şehitler verdiğimizden anlaşılmıyor mu? Bu nasıl dostluk a canlar? Doğrusu anlayan beri gelsin.

Önceki İçerikEvrim, Mutasyon ve Korona-19
Sonraki İçerikGaflet Meslek Olursa…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.