Krizin Manevi Unsuru:
ABD’de mortgage kredileri ile açığa çıkan krizi yaratanlar, her biri Türkiye’nin bütçesinden büyük rakamlarla ifade edilen büyüklüklere erişmiş yatırım bankaları ve dev sigorta şirketleri. Bu şirketlerin CEO’ları, yıllık yüz milyon dolarlarla telaffuz edilen yüksek maaşlar alan, çok iyi tahsil yapmış, parlak zekâlı yöneticilermiş.
Yapı Kredi Bankası Eski Genel Müdürü Burhan Karaçam’ın ifadesiyle, “bugün iflas bayrağı çeken yatırım bankaları, yüksek matematiğe dayalı, sofistike (karmaşık) ürünler geliştirmişti. Bu ürünlerin ucunun nerelere uzandığını klasik politikacı veya bürokrat mantığıyla çözmek mümkün değil.”
Dünyanın gayrı safi hâsılası 60 trilyon dolar iken bu parlak zekalı CEO’ların şirketleri, türev piyasaların büyüklüğünü 120 trilyon dolara çıkartmış. Yani olmayan üretim satılmış. Türev piyasaların oluşturduğu sanal ortamın büyüklüğü ve patlayan balonun cesameti, bu bilgili ve zeki adamların insanlığını sorgulamamızı gerekli kılmakta.
Krizi büyüten ana unsur piyasa oyuncularına duyulan güvensizlik. Bu onların zekâ ve bilgilerine duyulan bir kuşkudan kaynaklanmıyor. Onların ahlaki değer ve insanlıklarına duyulan bir güvensizlikten bahsedebiliriz.
Yunus’un ölümsüz mısralarını hatırlayalım:
Okumanın manası,
Kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilemedin,
Ha bir kuru emektir
“Kişi hakkı bilmek” başka insanların kişi hak ve hürriyetlerine saygı duymak anlamına alınabileceği gibi, kişinin Hakk’ı bilmesi, yani Yaratıcının varlığına inanma, emir ve yasaklarına uyma anlamına da gelir. Bahsi geçen parlak zekâlı, para kazanma hırsı insani değerlerinin üzerine geçmiş, Hak’tan nasipsiz, bir avuç adamın ve onları kullanan kapitalist sistemin dünyaya verdiği zarara bakınız.
Einstein’in sözü ile “ilimsiz dinin topal” olduğunu biliyorduk ama bu örnek galiba bir kere daha göstermektedir ki, “dinsiz ilim kördür.”
******************************
Krizin Türkiye’ye Yansıması:
ABD’de başlayıp, Avrupa’ya sıçrayan global krizin bayramın ertesinden itibaren Türkiye’yi de etkilemeye başlayacağı ifade ediliyor. Öncelikle ülkemizde zaten yavaşlama sürecine girmiş bulunan ekonomik büyümenin daha da yavaşlaması bekleniyor. Son senelerde dünyada yaşanan ekonomik büyüme ve para bolluğunun nimetlerinden kısmen yararlanan Türkiye’nin bu defa ters esen rüzgârdan etkilenmemesi imkânsız.
“Dışarıdan para girişi azalıyor, giren paranın maliyeti yükseliyor.” Şimdi hem para bulmak daha zor, hem de ihracat yapmak. Oysaki Türkiye, tarihinin en yüksek cari açığını verdiği bu dönemde, dışarıdan gelecek paraya bağımlılık derecesinde muhtaç ve daha çok ihracat yapmaya mecbur.
Daha global krizin etkisini hissetmeye başlamadan alınan son büyüme rakamları iç açıcı değil. (2008 2. çeyreğinde büyüme %1,9 ve özel sektör yatırım harcamaları sadece % 0,6 artmış ve makine ve teçhizat harcamaları % 2,7 küçülmüş.) Yatırımların durma noktasına geldiğini gösteren bu rakamlar gelecek dönemler için olumsuz işaretler olarak kabul edilmeli.
Görünen o ki, ekonomi ve siyasetin yönetimi çok ama çok zorlaşacak.
Dalgasız sularda kürek yarışı yapan ekipte liderlik nispeten kolaydır. Bir kişinin emir ve komutasında yapılan kürek yarışında, ekipten beklenen liderin dediklerini harfiyen uygulamaktan ibarettir.
Şimdi durum değişti. Artık dalgalı sularda rafting müsabakası (sal yarışı) yapmak durumundayız. Yüksek hareketlilik ve dalgaların gürültüsü bir tek kişinin emir ve komutasına imkân ve başarı şansı vermemektedir. Bütün ekibin işini çok iyi bilmesi, her dalga hareketinde kişisel ve ekip olarak yapması gereken doğru hareketi yapması icap etmektedir. Ekibin tamamının liderlik özelliklerini hayata geçirmesi gerekecektir.
Durum çok ciddi. Ekonomi yönetimi arasında tam bir ahenk ve bütünleşmeye ihtiyaç var. Ama bu yetmez. Siyaset yapan kadro ile ekonomi yönetimi arasında ve hatta iktidar ile muhalefet kadroları arasında da aynı uyumun gözetilmesi gerekli. Tam bir seferberlik hali gündemde olmalı.
Türkiye’nin bugünkü gündeminde olan konular ise, maalesef yolsuzluklar, hırsızlıklar, seviyesiz siyasi tartışmalar ve gündemin belirlenmesinde en etkili kişi olan Başbakanın katkılarıyla “Ramazan Bayramı” mı, “Şeker Bayramı” mı denilmesi gerektiğine dair polemik.
Tam da, Osmanlı ordusunun kuşatma altında tuttuğu Bizans’ta, papazların Ayasofya’da “meleklerin erkek mi, dişi mi olduğunu” tartışması gibi.
*************************
Özelleştirmenin Yabancılaşmaya Dönüşü İyi Mi İmiş?
Daha düne kadar özelleştirme programının en başarılı örnekleri olarak alkışlanan bankalarımızın yabancıların kontrolüne girişleri bugün endişe kaynağı oldu. Çünkü Türkiye bankacılığının %42’si, sigortacılığın ise tamamına yakını yabancı sermayenin elinde. Bu bankaların dışarıdaki merkezleri küresel krizin etkisi ile “can derdine düşmüş” durumda. Türkiye’deki yabancı sermayeli bankalar Türk kanunlarına göre faaliyet yaptığı ve “türev işlemler” ile pek ilgisi olmadığı için daha sağlam gözükse de, dışarıdaki merkezlerinin sarsıntısından etkilenmemesi imkânsız.
Krizin Türkiye’de bankacık sektörünü etkilememesi yönündeki tek güvencemiz, bankalarımızın 2001 krizinden alınan dersle yapılarının sağlam olması. Ve de ABD’deki gibi “sanal işlemler” ve “dandik krediler” gibi “karmaşık ürünlerin” Türkiye’de uygulanmayışı.
“Bir musibetin bin nasihatten hayırlı olması” söz konusu olacaksa, ilk olarak bankacılık sektöründeki yabancılaşmaya ve daha sonra da reel sektördeki yabancılaşmaya bir sınır koymanın lüzumunun anlaşılmış olması icap eder.