Kölelik, İslam öncesi Türk tarihinde yoktur. Zira konar-göçer Türk sosyo-ekonomik yaşantısına uygun değildi. “İnsanlar arasında eşitliğe çağrı” olan İslâmiyet de hitap ettiği toplumlardaki köleliği tedricen kaldırma yoluna gitmiştir. Ne var ki adı Müslüman kendi kavmiyetçi devletler (Emevî, Abbasî) eski alışkanlıklarını kolay bırakamadılar.
Maalesef fıkıh ve ilmihal kitaplarımızda, Selçuklu ve Osmanlı geleneğimizde bile “köle, gulâm, kenîz (cariye)” gibi kavramlarla az da olsa varlıklarını sürdürdüler. Oysa ‘köle azad etmek‘ diye çok sevaplı bir Peygamber sünneti vardı ve başta Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi dev sahabeler bu işe öncülük ediyorlardı.
Birde kronik köleciler ve sınıf ayrımcıları var; sıfatıyla müsemma ‘Vahşi Batı‘. Onlar Kabilimsi bir medeniyetin torunları olarak hayatı sınıf çatışmalarıyla bir algıladılar ve köleliği kendi ruhlarından taşırarak tüm insanlığa yaymaya çalıştılar.
Siz 1776 Amerikan Bağımsızlık Kongresi‘nde veya 1789 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nde kölelik karşıtı, eşitlikçi ve doğuştan özgürlükçü yaklaşımlar deklare edildi diye sonraki yüzyıllarda ona uyulacağını mı zannetmiştiniz?
1950‘lere kadar siyahlar beyazlarla aynı otobüse bile binemiyordu. Sonradan önde oturmamak ve beyazlara yer vermek karşılığında binebildiler. Roma Olimpiyatları‘nda boksta altın madalya kazanan Muhammed Ali‘nin beyazların lokantasına girememesi üzerine madalyayı nehre fırlattığında takvimler 1960‘ı gösteriyordu.
1990‘lara kadar her siyahî futbolcu İngiltere‘nin meşhur Wembley‘inde ıslıklanmıyor muydu? Hâlâ daha maymun taklidi yapılmıyor mu? Samuel Eto, Barcelona formasına rağmen İspanya‘da gördüğü ırkçı tepkiler üzerine sahayı terk ettiğinde takvimler 2006‘yı göstermiyor muydu? Sembolik olarak Başkan seçilen Barack Obama, dönemini nerdeyse tamamlamış olmasına karşın renk olarak henüz sindirilebilmiş değil.
Bilincinize yediremediğiniz / içinize sindiremediğiniz kuralları kâğıda yazdınız diye secde edecek değiliz. Yada tam tersinden; bizde zaten var olan değerleri Tanzimat‘la (1839) ilân ettik diye “Günaydın abisi” denilecek pozisyonlara da düşmek istemeyiz. Aynı filmi değişik sarımlarla her yüzyılda izlemek durumunda hiç değiliz.
Kavramların karşılıkları dünyanın dört bir tarafında aynı mı acaba? Oyunu kuranlar resmen kavramlardan kaos üreterek sonuç almaya çalışıyor. Meselâ; demokrasi = işgal, özgürlük = kölelik, barış = şiddet, adalet = dayatma, eşitlik = seçkincilik, teknoloji = put.
Daha da mühimi şu ki kavramlar bize ait değil ve bizler de balık hafızalıyız. Bir; tarih ve kaynaklar gerimizde, uygulamalar önümüzde duruyor. İki; Müslümanlığın yüz karası IŞİD hâlâ köle pazarları kuruyor.
Kamuoyu organizatörlerinin oluşturduğu gündemlerin peşinde gitmede bire biriz. Edilgenlik ve pasifizasyon, sürekli seyir ve izleyicilik hâli sürüleştiğimizin de bir göstergesi. Ne de olsa çoban / kovboy gütmeyi sever.
Televizyon gibi bir hipnozitan, telefon gibi çok amaçlı bir oyuncak ve tüm beğenilerini başkaları inşa ettiği halde ‘zevkler ve renkler tartışılmaz‘ repliğiyle özgür olduğunu sanan milyonlarca küresel köle.
Bir elektro-şok, bir sosyolojik kırılma ya da olağanüstü gelişmeler bekliyoruz. Zira Martin Luther King gibi bir ‘Hayalimiz var‘.