‘’Ah Vatan, ah vatan…’’
(Bu yazı dizisi; vatan topraklarından sökülüp atılan, sürülen, doğduğu topraklara hasret ölenler ile vatan kavramının ne demek olduğunu bilmeyenler için kaleme alınmıştır…)
…Birinci Bölüm…
Tarih sayfalarına kazınan gerçekler, kimi zaman belgelere, kimi zamansa o gerçekleri yaşayanların not aldıkları yaşanmışlıklara dayanır. Kaleme almış olduğum bu yazı dizisi bundan 129 yıl önce vatan toprağımız Girit adası elden giderken, bu adada doğup büyümüş Giritli Mazlume’nin hatıra defterine yazdıklarını anlatacaktır.
1896 yılında Girit’te yaşadığı, yaşanan olayları bir hatıra defterinde toplayan genç Türk kızı Mazlume’nin kaleminden derlenen bu gerçekler; daha önce iki kez basımı yapılan küçük bir kitapçıkta toplanmış, Kıbrıs Türk’ünün medarı iftiharı büyük vatansever Prof. Dr. Derviş Manizade’nin üstün gayretleri, milli şair Behçet Kemal Çağlar’ın Osmanlıcadan Türkçeye çevirisiyle ortaya çıkarılmıştır…
Bu küçük kitapçığı Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Şubesinin kütüphanesinde bulduğumda çok heyecanlanmıştım. Bir asırdan fazla bir süreç önce Girit adasında yaşanan gerçekleri anlatan bu kitapçıktan aktardıklarım, ‘’Kıbrıs’ta Rumlarla Bir Arada Yaşayalım’’ zihniyeti ile hareket edenlere vatan kavramının ne demek olduğunu da anlatan bir belge olacaktır sanırım.
‘’Megali İdea’cı maceraperest Rumların’’ Kıbrıs’ı ilhak edebilmek için hangi yollardan hareket ettiklerini Girit’te yaşananlar çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır…
Rum-Yunan ikilisinin gerçek yüzünü ortaya koyan bu kitapçıkta anlatılanların, sadece bu kitapta kalmasına gönlüm, vicdanım razı olmadı. O nedenledir ki, siz değerli okurlarla paylaşmak istedim.
Tarihimizin derinliklerinde kalan yaşanmış öyle olaylar vardır ki, günümüze ışık tutar. Üç bölüm halinde okuyacağınız bu yazı dizisinde; 1897 yılında adayı terk etmek zorunda kalan Giritli Türklerin o dönemde yaşadıkları acılarla, 1955-1974 yılları arasında Kıbrıs Türk’ünün yaşadıkları acılar, Rum’lar tarafından katledilmeleri tıpa, tıp aynıdır.
Bu yazı dizisi; yalnızca Türk oldukları için öldürülen insanlarımıza yaptıkları işkenceleri unutan, unutturmaya çalışan eli kanlı Rum çetelerinin, bugüne değin bu vahşet tablosunu yaratanlar için bir özür dahi dilemeyen Rum yöneticilerinin ardına saklandıkları karanlık yüzlerini ama daha da önemlisi, tarihten ders almayanlara vatan kavramının ne demek olduğunu bir kez daha hatırlatacaktır.
Unutulmaya yüz tutmuş, bu tarihi gerçekleri günümüze aktarırken; Rum ve Yunan mezalimi ile hayatlarını kaybeden tüm şehitlerimizin aziz hatıraları önünde bir kez daha saygı, minnet, şükran duyguları ile eğiliyor, vatan ve vazife uğruna hayatlarını feda eden kahramanlarımızı rahmetle anıyorum.
İşte yiğit Türk Kızı Giritli Mazlume’nin hatıra defterinde yazılı, tarihin derinliklerinde kalan o mezalim günleri:
‘’1896 yılı şubat ayının bir karanlık gecesiydi. Ufuklar koyu bulutlarla kaplı, rüzgâr şiddetle esiyor, ağaçların uğultuları derin bir iniltiyi andırıyordu.
Dağların tepeleri kar ile kaplıydı; kışın şiddeti dayanılmaz bir halde idi. Rüzgâr gittikçe korkunçluğunu arttırıyor, dehşetli bir bora baş gösteriyordu.
Tabiatın bu korkunç görünüşle hüküm sürdüğü çevrenin bir noktasında, koyu bulutlar altında bir başörtüsüne bürünmüş görünen Defne köyü, Girit Adasının kuzeydoğusunda, bir kasırganın ortasına rastlamış bir ağacın üstündeki kuş yuvası gibi titriyor sanılırdı.
Köy derin bir sessizlik içinde idi. Ortada in cin görünmüyordu. Bir-iki köpeğin kışın şiddetinden şikâyet edercesine acı, acı havlamasından başka bir yaşama ve uyanıklık belirtisi yoktu. Erkenden yatmak zorunda olan rençperler derin bir uykuda idiler. Soğuktan uyuyamamış bir ihtiyar, mangal başında yaşlı karısı ile büzülmüş oturuyordu. Yeni evli bir çift, kavuşmalarının ilk gecesini yaşıyorlardı.
Bir genç anne kim bilir hangi içgüdüsü ile uyanmış, çocuğunu vakitsiz emziriyordu. Herkes tabiatın bu amansız zalimliğinden kaçıp köşesine sığınmış, bunun geçici olduğuna, iyi günlerin geleceğine inanmış yuvasında uyuyordu…
Bilmiyorlardı ki, akıl edemiyorlardı ki, tabiattan daha zalim, kıştan daha amansız, insan kılığında bir sürü felaket, üzerlerine yaklaşmakta idi. Bu karanlık gecenin, yarını olmayan bir ebedi gece, kıyamete kadar uzayacak bir felaket gecesi olduğunu nereden bileceklerdi? Köyü kuşatan Rum çeteciler kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı:
‘’Ne ala tedbir! Herifleri ağa tutulmuş balık gibi elde edeceğiz!.. Daha doğrusu kapana tutulmuş fare gibi yakalayacağız!.. Şerif Alaki’nin (Ali Ağakinin) tarlaları benim olacak ha!.. Budalalar şimdiden ne paylaşıyorsunuz? Bir şey yapamamak ihtimalide var: Bizim tüfeklerimize karşı onların martinleri de yok mu? Bir şeyden haberleri yok ki, karşılık koymalarından korkalım. Tedbirli davranırsak Türk’lerin teki bile kurtulamaz. Evet, hiç biri kurtulmamalı, bir teki bile sağ kalmamalıdır. Öteki isyanlarda olduğu gibi hücumumuz, dağınık ve önemsiz değil, bu defa esaslı, ciddi ve umumidir. Bu sefer Yunanistan’dan gelmiş 4000 kadar asker arkadaşımız ve yardımcımız, yine Yunanistan’dan gelen mükemmel toplarımız, subaylarımız da var. Etnik-i Eteria durmadan para ve malzeme gönderiyor. Bu sefer hiçbirini sağ bırakmamak şart. İleri, palikaryalar, ileri!..’’
Bu eşkıyaca konuşmalar, başlarında siyah mendiller bağlı, kaputlu, şalvarlı, çizmeli, tüfekli, kılıçlı, baltalı, yüz elli kadar korkunç kıyafetli haydut arasında geçiyordu…
Her biri bir başka biçimde kan içmeyi kuruyor; kâh ıslık çalıyor, kâh eşkıya türküleri söylüyorlardı. Yaklaştıkça susup yavaşlayarak Defne köyüne doğru yürüyorlardı…
Birinci Bölümün Sonu…(Devam Edecek)