Hem konjonktivit, hem sinüzit hem de boğaz enfeksiyonuyla uğraştığım dar bir zamanda kaleme alıyorum bu haftaki yazımı. Tabii bu yazının tek özelliği antibiyotikleri yüklenmiş halde, sürünerek kalemimi kavrıyor oluşum değil. 20.Yaşımın ilk gününü doldururken, 20.yaşımın ilk yazısını da yazıyorum aynı zamanda. Zihnimin çekmecelerini karıştırıyorum da 7-8 yaşlarıma ait konuşmalar kulaklarımda yankılanıyor o zamanlar 20 yaş bana ne kadar uzak geliyordu! 20 yaşında olanlar bana ne kadar da büyük geliyordu! İşte tam da bu yüzden 20 olma sırası bana geldiğinde biraz tuhaf hissettiğimi itiraf etmeliyim, yaş alıyor olmak her ne kadar harika olmasa da hayatımın ilk 20 senesini iyi değerlendirdiğime inanıyorum ve bu inanç bana huzur veriyor. 20 Seneye epey faal bir lise hayatı, ulusal bir gazetede ve ulusal haber sitelerinde köşe yazarlığı, parti kuruculuğu, il başkan yardımcılığı, genel merkez yöneticiliği ve iki şiir kitabı sığdırdım; an itibariyle üniversite yaşantım da gayet keyifli devam ediyor. Umut ediyorum ki yaşadığım topluma faydalı bir birey olma idealimde, 20.yaş güzel gelişmelere gebe olur. Zira hayatta beni en çok mutlu eden hediye bana inanan insanları, bana dair umutları olan insanları yanıltmamak ve bu toplumdaki sorunların çözümüne bir kum tanesi kadar dahi olsa katkı sağlamak, inanın benim için bundan ala hediye yok.
Gözüm enfeksiyonlu olduğu için ortalıkta Garavel Usta gibi gezerken gündemi sıkı sıkıya takip edemedim. Ama ben gözüm fena olduğu için gündemden geri kalsam ne gam ola ki, benim havasını suyunu sevdiğim canım memleketimde insanı dumura uğratacak bir hadise yaşanmadan gün geçmiyor. Muhakkak duymuşsunuzdur Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk’un ‘’Sen ağa, ben ağa, inekleri kim sağa ?’’ açıklamasını. Samimiyetle söylüyorum ben bu cümleyi ilk gördüğümde Zaytung haberi falan zannettim. Gerçek olduğunu öğrenince de dehşet içinde telefona bakakaldım. Yeri gelmişken yad edelim, ülkemizin yetiştirdiği en büyük komedyenlerden Levent Kırca’nın Olacak O Kadar’ı geldi hemen aklıma, tıpkı Zamcık skeci gibi eğitim ile alakalı bir skeçten alınmış repliği andırdı bu açıklama bana. Rahmetli hayatta olsaydı sanırım bu dokuda bir taşlama yapar sonra da programı ceza yerdi. İzahı olmayan işin mizahı olur diyerek eğleniyoruz ama şakayı bir kenara bırakırsak, vah benim ülkeme vah!
2018 Temmuz’u, 24 Haziran yeni neticelenmiş ve Erdoğan %52,59 ile seçilerek muhalefeti sağlamca sarsmış…
O günlerde herkesin ilgi odağında Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi usulü ile kurulacak ilk kabine vardı. Yandaş kanallarda bu sistem memleketin kurtuluşu gibi anlatılırken bu sistem sayesinde işinde ehil olanlar siyasi engellere takılmadan kabinede görev alabilecek diye umut tacirliği yapılıyordu. Kabinenin açıklanmasına az bir zaman kala kulislerde belli isimler dillendiriliyordu, ben de büyük heyecanla bu gelişmeleri takip ediyordum. Milli Eğitim Bakanlığı için Ziya Selçuk’un ismi geçtiğinde inanın sevinmiştim, Ziya hoca zaten önceden kamuoyunda tanınan ve bilinen bir figürdü. Her şeyden evvel eğitimciydi ve bu işin içinden geliyordu, kendi kurumlarında eğitim alan öğrenciler mutluydu, donanımlıydı. Ziya Selçuk hakkındaki yüzeysel bilgilerimin haricinde biraz da araştırma yapınca kendisine bu makamın emanet edilecek olmasına inanın saydığım sebeplerden ötürü sevinmiştim. Tek sıkıntıyı sistem gereği bakanın hiçbir yaptırım gücü olmamasında görüyor ama buna dair şüphelerimi de ‘’Kukla olacağı bir teklifi kabul edecek hali yoktur herhalde, ettiyse de kendi eliyle kendisini imha eder.’’ diye dillendiriyordum. Aradan hemen hemen 2 sene geçti ve hep birlikte gördük ki Ziya hoca kendini imha etti, hem kendisini hem de makamı yerlere serdi.
Görevi ilk devraldığında nasıl kucaklayıcı, nasıl aydınca ve nasıl akıllıca konuşuyordu Sayın Bakan lakin dikkatinizi çekerim sadece ve sadece konuşuyordu. Kendisine dair ilk ciddi eleştiriler de hiçbir icraata imza atmadan sadece konuşuyor olmasıydı. Bu eleştiriyi yapanlar arasında ben de vardım Sayın Bakan, sanki bir muhalefet partisinin eğitim politikalarından sorumlu sözcüsü gibi sürekli mevcut eğitim sisteminin aksaklıklarını dillendiriyordu. Dillendiriyordu ama dillendirdiği sorunlara somut çözüm önerileri getiremiyor, öneriler getiremediği gibi kendisine emanet edilmiş olan eğitim politikaları hakkında yön verici bir görünüm de sergileyemiyordu. Daha sonra Sayın Bakan, İmam Hatipler konusunda kendisine yöneltilen sorularda daha büyük falsolar vermeye başladı. Bugün adım başı her yerde İmam Hatip neden açılıyor veyahut İmam Hatipler neden bu kadar çok ödenek alıyor diye sorgulamaya kalkanlara cevap olarak 28 Şubat’a uzanan laf cambazlıkları yapmaya çalışıyordu fakat gözden kaçırdığı bir ayrıntı vardı o da bir siyasetçi olmayışıydı. Sayın Bakan hem siyasetçi değildi hem de karşısında kendi okulunda pazartesi sabahı konuşmasını yaptığı minik öğrencileri yoktu. Sayın Bakan Türk gençlerine karşı sorumluydu, Sayın Bakan Türk ulusunun geleceğini şekillendirecek olan gençlere karşı sorumluydu, böyle yalapşap, yanardöner çıkışlarla işi götüremezdi.
Gelelim sen ağa, ben ağa muhabbetinin al metnine. Evet, hocam, bir ülkede tüm bireyler üniversite mezunu olmak zorunda değildir. Bir ülkede ara elamanlara da ihtiyaç vardır fakat siz AKP Genel Başkanının oluşturduğu kabinede bir bakan olduğunuzu sanıyorum ki unutmuşsunuz. Ben size bu eğitim sisteminin cenderesinden geçmiş bir genç olarak sizinkilerin eseri olan birkaç garabeti hatırlatayım. AB Müzakerelerinde ülkedeki eğitim standardını yüksek gösterebilmek için akla mantığa sığmayan, dünyada eşine benzerine rastlanmamış fıkra tadında hamlelerle her mahalleye üniversite götürmek sizin kabinedekilerin işiydi mesela. Üniversite mezunlarının oranını toplumun geneline oranla yüksek gösterebilmek ve bu sayede saçma sapan grafiklerle ülkede eğitimi artırdık nutku atabilmek için gençlere kurumsal gelişimini tamamlayamamış, niteliği tartışılan yüksek liselerden diploma dağıtarak onlara üniversite mezunu statüsü verenler de sizinkilerdi. Her ilde, mahallede adım başı üniversite olmaz, olamaz! Eğer bunu yaparsanız insanların yeteneklerine ve niteliklerine göre yönlendirilmesini imkânsız kılarsınız nitekim kıldınız da. Bugün üniversite diploması verdiğiniz gençlerin yarısından fazlası gerçek bir üniversiteden mezun olmadı, kayırmayla akademisyen yaptığınız, inşaatıyla birilerini zengin ettiğiniz, yeterliliği bulunmayan kurumlardan belgeler aldılar sadece. Ama sizinkiler onlara bu statüyü verdi, dolayısıyla iş var ama beğenmiyorlar çıkışlarıyla bu günahtan sıyrılamazsınız, gençlerin gelecek planlarını altüst ederken bunu hesap edecektiniz. Hayatını devam ettirebilecek kadar maaş dahi alamayacağı bölümler açıp gençleri oralara yönlendirmeden önce bunu hesap edecektiniz.
2 Sene gibi bir sürede ak da kara da belli olur, geride bıraktığımız 2 senede sizin de yapamadığınız belli oldu hocam. Siz bu işi beceremediniz, siz ne yazık ki AKP’nin vitrinine koymak için kullandığı ve sözcülükten öte ehemmiyet göstermediği bir figür haline geldiniz. Artık söylediklerinizle yaptıklarınız arasındaki yaman çelişkiyle insanları rahatsız etmeye başladınız. Bakanlığınıza bağlı bir yayından kadınlara büyük hakaretler eden bir kitap çıkıyor, başı açık kadınlara şeytan muamelesi yapan kitaplar basılıyor ve Milli Eğitim Bakanı olarak sizin bundan haberiniz dahi olmuyor. Eğitimde yaralar derinleşmeye devam ediyor, sizler gençlerle makara yapar gibi önlük dizaynını değiştirmeyi eğitimde devrim olarak servis etmeye kalkıyorsunuz. Ben tüm bu yaşananlara rağmen hala samimi olduğunuza, Türk gençliği hakkında kaygılar taşıdığınıza ve AKP’nin size özgür bir çalışma ortamı sağlamadığına inanmak istiyorum. Bu saatten sonra olacaklar sizin toplum nezdindeki tükenmiş kredinizin üstüne binen devasa borçlar gibi olacak ve insanlar sizden nefret etmeye başlayacak, insanlar sizi gördüğünde kanal değiştirmeye başlayacaklar.
Bazen yeri geldiğinde vazgeçmeyi bilmek ve zamanında çekilmeyi bilmek en fakir olanı dünyanın en zengini kılar hocam. Bazen büyük galibiyetler küçük yenilgilerin gölgesinde saklıdır. Yıldızların mükemmelliğine bakıp onları okşayabilmek için gecenin karanlığı çökmek zorundadır. Demem o ki çekilin efendim, ne daha fazla zarar görün ne daha fazla zarar verin. Adınızı 18 senede ülkenin şirazesini kaydıran bu tiranın değirmenine su taşıyanlarının arasına yazdırmayın. Çekilin hocam sadece çekilin.
Emin olun şu anda şartların gereği budur.
Gereğini yapın Ziya hocam, gereğini yapın…