Değerli Okurlar; Kıbrıs’la ilgili güncel gelişmeleri kaleme alarak, ülkemizin en önemli dış sorunlarının başında gelen bu konuyu zaman, zaman Rum tarafının bakış açısıyla da sizlere aktarıyorum.
Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Rum basınında çıkan bir yazıyı sizlere sunacağım. Kathimerini gazetesinin genel yayın yönetmeni Andreas Paraschos’un kaleme almış olduğu bu yazı, Kıbrıs anlaşmazlığına neden olan gerçeklerini bir Rum gazetecinin tespitleri ve tüm çıplaklığı ile o kadar net anlatıyor ki…
Aynı hususları bizler kaleme aldığımızda; ”Birleşik Kıbrıs” hayalperestleri tarafından bizlere ”statükocu” deniyor!
1968 yılından beri müzakere sürecinde olan bu konunun özellikle 1993 yılında yaşanan en önemli gelişmesinin ne olduğunu, 2004 yılında adada yapılan Annan Planı referandumunu da kapsayan süreçte çözümün kıyısına kadar gelip de GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) uzlaşmaz tutumu nedeniyle kaçan fırsatın nedenlerini analiz eden Yunan/Rum basınının önde gelen gazetesi Kathimerini’de yayınlanan aşağıdaki yazıyı okuduğunuzda; Kıbrıs Türk’ünün adadaki hakkını, hukukunu savunan yazıları kaleme alanların statükocu değil, tam tersine adanın gerçeklerini anlatanlar olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Son dönemde Rum basınında çıkan benzer yazıların artmış olması da; Kıbrıs konusunda hangi tarafın uzlaşmacı, hangi tarafın çözümden kaçtığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
İşte Kıbrıslı Rum gazeteci Andreas Paraschos’un kaleme aldığı: ”Gerçekleri mi İstiyorsunuz? İşte size gerçekler” başlıklı o yazısı:
” 2004 referandumundan kısa bir süre sonra bir makalemde “kaçırdığın trene binmen olanaksızdır” diye yazmıştım. O zaman Bürgenstok treninde herkes vardı. İki taraf, başbakanlar, BM, hatta üyelik anlaşması “çözüm-üyelik” koşulu içerdiği için -tabii biz bu koşula uymadık- üye olacağımız AB’nin temsilcisi bile. Faniler dünyasının kurnazının kurnazı olan biz Kıbrıslı Rumlar sözlerimizi yerine getirmemenin yanı sıra, Tasos, müzakerelerin ortasında görüşme masasını terk etmiş ve geri döndüğünde de müzakere etmemişti bile. Türk tarafı 11 maddelik bir talep listesi sunmuş, tarafımız ise hiçbir şey sunmamıştı. Kâğıtlarını toplayıp oradan ayrılmıştı!
Ardından Cumhurbaşkanı Papadopulos, müzakere bile etmediği halde bize Mağusa’yı, Omorfo’yu ve tampon bölgenin öteki tarafındaki 51 köyü iade eden ve 2019’da en son 650 Türk askerinin sonuncusunun da adadan ayrılmasını öngören bir plana, (Annan Planı) Kıbrıs Rum halkını “hayır” demeye çağırdı. Bütün bunlar Tasos’un eseriydi.
Ama 2004 treni kaçırılan ikinci trendi.
İlk tren ne zaman kaçtı?
İlk tren 1993’te geçmişti. Gali fikirler demetini taşıyordu. Vasiliu – Denktaş müzakerelerinin öze ulaştığı noktada Vasiliu, Kliridis’in karşısında Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybedince Glafkos olayı çözüme kadar götürme işini çöpe attı. Zira Papadopulos’a Gali fikirlerini gömeceği konusunda söz vermişti. Nitekim de gömdü ve barut yerine para kokan silahlanma hareketleriyle “faaliyet halindeki yanardağ” politikası uyguladı.
S-300 füzeleri balonu patladığı zaman Kranidiotis ile Simitis mantık ve akıl temelinde hareket ederek bizi çözüm – üyelik yoluna soktu.
Referandumdan sonra vatansever sivri zekâlılar, Tassos’un alamadığı toprakları Avrupa Mahkemelerine temyiz yoluyla, geri alacağımızı söylüyordu.
Nitekim binlerce Kıbrıslı Rum göçmen Avrupa Mahkemesine başvuru yaptı. Kurnazlığımızdan zaten yanmış olan AB, onları, birinci kademe yargı organı olarak işlev gören -ve tabi ki davaları uygun gördüğü gibi ele alan- Türk Tazminat Komitesine sevk etti. Ankara zamanın hukuk olarak da işlev gördüğünü görünce/ -bakınız Dimopulos davası-/ BM kararlarına rağmen Varoşa’yı açmaya karar verdi. Özersay vasıtasıyla ve Türk yatırımların da paralarıyla, Kıbrıs Rum otellerini, altın getiren “casino oteller”e dönüştürecekler. Kapalı bölgede yavaş yavaş Türkiye’den taşıyacakları iş gücünü yerleştirecekleri evler inşa edecekler, eski ve yeni BM kararlarını ise gece gündüz görebilmemiz için, Beşparmaklara, bayrağın yanına asacaklar.
Nikos’a gelince: Nikos Anastasiadis’e ve onun 2017’den bu yana, pek çoğumuza esrarengiz gelen davranış biçimine gelince, şahsi değerlendirmem şudur ki -hatta geçen hafta elde edebildiğim bilgiler de bunu doğruluyor- Anastasiadis Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı artık iyi komşuluk ilişkileri talep ettiği gerekçesiyle statükonun, bundan böyle, federasyon çözümüyle değişemeyeceği kanaatinde. Hatta nihai Konferansın, Nisan ayında Akıncı’nın Özersay’ı ikinci turda yeneceği mantığı çerçevesinde, Kıbrıs Türk liderliği seçimlerinden sonra devam etmesini tercih ediyor. Ama Türk yatırımcıların parası ve güçlendirilmiş bir yerleşikler partisinin oylarıyla Özersay’ın birinci turdan lider seçilmeyeceğini kim garanti edebilir?
Eroğlu – Talat çekişmesinde, Hristofyas’ın yakınlaşma noktalarına imza atma önerisine hayır dedikten sonra Talat’ın başına gelenin, Akıncı’nın başına gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Güvenlik Konseyinin iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü öngören 2483 sayılı son kararı ışığında “şimdi ne oluyor” diye kendi kendine soran okuyuculara işte dönüm noktalarıyla cevap.
Gerisini artık eksi ve artı işlemlerini yaparak siz bulun”
Yunanlı yazarın dediği gibi Kıbrıs konusunun çözümü için geride kalan eksi ve artıların neler olacağını kestirmek şimdiden mümkün değildir.
Ancak konunun gerçekleri ortadayken, bugüne değin atılan her yanlış adıma bu gerçekler cevap vermiş, bundan sonrada bu gerçekler cevap verecektir.
Rum yazarın kaleme almış olduğu gerçeklerin yanı sıra adada önemli bir gerçek daha vardır:
Bu gerçeğin adı, adanın kuzeyinde kurulan KKTC Devletidir. Bu devletin dili Türkçe, dini İslam’dır. Gönderinde şanla dalgalanan Bayrağı ay yıldızlı, yönetimi ayrı, uğruna binlerce şehit verdiğimiz toprakları ayrı, burada yaşayan insanların tamamı öz be öz Kıbrıs Türk’ü olup, gelenek ve görenekleri de farklıdır. Bu gerçek 1974 yılında adanın her karış toprağına yazılmış, 45 yıldan beri de her geçen gün biraz daha kök salmaktadır.
Rum yazarın kaleme aldığı yazıda belirttiği gibi geride kalan yıllar içinde her çözüm önerisine ”hayır” diyen, aslında adanın yarı buçuğunu temsil eden GKRY için artık adanın bu önemli gerçeğini kabul etmekten başka bir çare kalmamıştır. Çünkü ”Kaçırılan trenlere binmek olanaksızdır!”
Unutulmasın ki, bundan sonra da içi türlü tavizlerle dolu o trenlerin bir yenisi, çözüm istasyonuna bir daha gelmeyecektir.