Ben birinin arkasından aleni olarak yazı yazmam. Yakınlarını arar başsağlığı ve sabır dilerim yada kalkar cenazeye giderim. Ancak bunun bazı istisnaları var. İşte bugün yazacağım kişi bu istisnalardan biri…
Yıllardır tanışırdık. İstanbul’da Küçük Ayasofya Camii’nin müştemilatında Hoca Ahmet Yesevi Vakfı’nın yıllarca başkanlığını yaptı.
Gelen giden herkese Türklüğü anlattı. Alaylı idi ama Türk tarihini çok iyi bilirdi. Onlarca kitap yazdı ve yıllar boyu Yesevi Sevgi Dergisini çıkardı. Her halde bu dergi Türk yayın hayatında en uzun süreli çıkan dergiydi.
Bizim gibi insanları vakıfta topladı. Pazar sabahları Yesevi Sohbetleri yaparak Türkiye’nin, Türk tarihinin ve Türk Milletinin temel sorunlarını konuşturdu.
Nevruz Bayramı kutlamaları, vakıftaki iftar sofraları, vakfa gelen samimi, şuurlu Türklerle yapılan sohbetler hiç unutulacak gibi değil… Keza Aydınlar Ocağı İlim ve İstişare heyeti ile şuralarda ki konuşmaları da öyle. Böyle zamanlara ilişkin anılarımız çok.
Bana hep “Türklüğünü açık etme sonra başın dertten kurtulmaz” diye tembih ederdi. Ama onu hiç dinlemedim. Türklüğümle hep yüksek sesle övündüm. Hala da öyle yapıyorum. Ancak ben ve o ne kadar Türk’üz dersek etrafımızın bizi nefessiz bırakacak bir çelik duvarla örüldüğünü gördük. Dertleşirdik bu konuda.
Başbaşa öyle sohbetlerimiz vardı ki, anlatılacak değil yaşanacak şeylerdi.
Hepimiz ölümlü fanileriz ve elbette öleceğiz. Ama insan keşke sağlıklı olsaydı, Türklük için çalışsaydı, yarım kalan kitapları tamamlasaydı diye içinden geçiriyor.
Erdoğan Aslıyüce’nin ailesi var. Eşine ve çocuklarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Ancak onun esas ailesi Türk Milleti ve Türk Dünyası idi. Onun için Türkler bakımından önemli ve değerli bir kayıptır onun ölümü. Türk Milletinin de başı sağolsun.
Adı ve anıları ebediyen yaşasın!
Erdoğan Ağbi, benim için unutulmazsın… Makamın cennet, menzilin mübarek olsun “Büyük ve Gerçek Türk”