Tarım çağında genellikle ‘ataerkil’ olan aile yapısı, sanayi çağında genç erkeklerin köyden şehre- fabrikaya hareket etmesi (dünyanın ilk sosyal hareketi) ve yaşlıların köyde kalmasıyla ‘babaerkil’ bir yapıya geçti. Ataerkil yapıda dede- babaanne- anneanne- amca- dayı- hala- teyze ve kuzenler gibi akrabaların sevgisine boğulan ve kalabalık ortamda mutlu büyüyen çocuklar, babaerkil çekirdek aile yapısında; sağa bakınca babayı- sola bakınca anneyi görmeye başladı ve yalnızlığa mahkum oldu. Ancak çalışmayan anne çocuklarını sevgiyle büyüttüğü ve eşinden ayrılmadığı için, aile müessesesi hayatiyetini korudu. Elbette köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan ve aynı evi paylaşan 3 göbek insanın tek kazandan yediği ekonomik ve üretken ataerkil yapıdan, her çiftin ayrı ev kurduğu- ayrı kazan kaynattığı ve tarımı bırakarak marketlerden alıveriş yaptığı babaerkil yapıya geçildiğinde, çekirdek aileler ciddi iktisadi sıkıntılara girdi, şehirde yaşayan ve tarımdan kopan gençlerde işsizlik oranI arttı, sahipsiz kalan bazı yaşlılar huzur evlerine mahkûm oldu ve ciddi toplumsal bunalımlar başladı. Sonra kadının evden fabrikaya hareketi (2. sosyal hareket) ve para kazanmasıyla; hem kreşlere ve okullara gönderilen çocuklar sevgiye muhtaç hale geldi, hem de boşanmalar arttı. Bu sosyal hareket “çocukken yeterli anne- baba sevgisi alamayan ve aileleri parçalanan bazı gençlerin” madde bağımlılığı ve şiddet eğilimiyle sonuçlandı ve toplumu huzursuz insanları mutsuz kıldı. Bilgi çağında kadının fabrikadan büroya hareketi (3. sosyal hareket) ve genellikle metropollerde tüm sektörlere girip ekonomik özgürlüğünü elde ederek sermayede pay sahibi olmasıyla; kısmen ‘anaerkil’ aile yapısına geçildi, erkekler fıtratı gereği bunu kabul etmediğinden geleneksel aile yapısı çöktü, özellikle gelişmiş batılı ülkelerde boşanma oranları %50‘leri buldu ve dünya alarma geçti. Kozmopolit metropollerin güvenlik güçlerinin giremediği gettolarında yaşayan, ailesi tarafından ihmal edilen, akrabalarından iyice uzaklaşan, annesi tarafından büyütülmek yerine bakıcılara emanet edilen, kreşe- okula ve cebine para konularak çeşitli kurslara gönderilen, 18 yaşında evden dışlanan ve çocukken sevgiye muhtaç aileye hasret kalan bazı gençlerin “alkol ve sigara kullanımı ile madde bağımlılığı ve şiddet eğilimi yanında, eşcinsellik- ateizm ve satanizme yöneldiği, terör ve suç örgütleri ile fuhuş çetelerinin ağına düştüğü, milli- dini- insani ve ahlaki değerlerden uzaklaştığı, kültürel erozyona uğradığı ve üretimden koptuğu” görüldü ve kayıp nesiller oluştu.
Psikolog ve sosyologların ciddi kafa yorduğu bu toplumsal travma için, çeşitli ülke- medeniyet- inanç ve kültürler, farklı refleksler gösterdi. Kadının çalışma hayatına iyice girdiği ve modernleşerek bir çocuk doğurduğu veya hiç evlenmediği Hıristiyan Batılı toplumlarda “aile yapısının aşındığını ve psikolojisi bozulan bazı gençlerin örf ve adetler ile milli- manevi değerlerden koparak adeta yok olduğunu” gören bazı Müslüman Arap Ülkeleri; dini gerekçeleri öne sürerek gayri insani tedbirler aldı. Kadını iyice kapatarak kara çarşafa soktu, eğitmeyerek cahil bıraktı, araba kullanmasına ve yanında eşi veya oğlu olmadan sokağa dahi çıkmasına izin vermedi ve adeta eve hapsederek köleleştirdi. Fakat mevcut yapıyı otoriter anlayışlarla devam ettirdiklerinden ve kadını üretime sokmadıklarından dolayı, siyasi-ekonomik-sosyal istikrarı sağlayamayarak geri kaldılar ve kışa dönüşen Arap Baharı süreci ile sosyal patlamalara ve iç karışıklıklara sürüklendiler. İran gibi bazı Müslüman Ülkeler ise kadını sadece kapattılar, fakat okula gitmesi ile çalışma hayatına girmesine izin vererek, sorunu kısmen çözdüler ve az da olsa kalkındılar. Türk- İslam Medeniyetini kuran Selçuklu ile Osmanlı’nın devamı olan ve toplumun yarısını oluşturan kadınları üretime sokan Hıristiyan Batılı Ülkelerin kalkındığını gören Türkiye ile bazı Asyalı Müslüman Türk Ülkeleri ise “kutsal kabul ettikleri aile yapısını koruyup milli manevi değerleri muhafaza ederek” demokrasiye geçtiler. Doğu ile batı arasında bir sentez yapmaya çalıştılar. Kadının kılık kıyafetine karışmayıp üniversiteye gitmesi ile çalışma hayatına girmesine izin verdiler ve başarılı olarak diğer İslam Ülkelerine göre kalkınıp ileri gittiler. Ancak özellikle hızla kozmopolitleşen ve gettolaşan büyükşehirlerde, batılılaşma- modernleşme ve çağdaşlaşmanın getirdiği “boşanma oranlarının artması, ailesi tarafından ihmal edilen ve işsiz kalan gençlerin üretimden kopması, şiddet eğilimi ve madde bağımlılığı ile alkol ve sigara tüketiminin yaygınlaşması, terör ve suç örgütlerinin güçlenmesi vb.” sıkıntılar yaşamaya başladılar.
Sonuç itibariyle demokratik yönetimlerin arttığı, bireysel hak ve özgürlüklerin genişlediği, kadın- erkek herkesin hukuk önünde eşit görüldüğü ve internetle bilginin sınırları aşarak paylaşıldığı 21. asırda; çocukları yetiştiren kadının “eğitimden uzaklaştırılarak cahil bırakılması, çalışma hayatı ve üretimden koparılması, kılık kıyafetine karışılması ve eve hapsedilerek köleleştirilmesi” düşünülmemelidir. Ancak hızla yozlaşan ve 3. dünya harbine sürüklenen dünyada tüm ülkeler, aile müessesi ile gelecek nesilleri koruyacak ve milli- manevi değerlerdeki aşınma ile kültürel erozyonu önleyecek tedbirler almalıdırlar.
Batılı Ülkeler, aile kurumunu zedeleyerek sosyal ve kültürel buhrana neden olan bu ciddi sorunu “kadınlara; çocuğu kreş yaşına gelene dek ücretli- ücretsiz izin vererek, zorunlu ilköğretim çağını bitirene kadar sabah okula götürmesine ve akşam okuldan almasına imkan tanıyan esnek çalışma saatleri uygulayarak” çözmeye çalışmaktadırlar. Doğumu teşvik için “bebek arabası verme, çocuk parası ödeme, eve her gün süt gönderme, işyerlerine kreş yapma, mesai saatlerine periyodik süt saatleri koyma” vb. önlemler almaktadırlar. Kültürel erozyona “pazar günleri Kiliseye gitmeyi teşvik etme, bayrak- ordu ve ibadet gibi milli- manevi öğelere yer veren dizi ve filmleri destekleme vb.” tedbirler getirmektedirler.
Türkiye “son dönemlerde gündeme sıkça gelen ve çok tartışılan bu önemli meseleyle ilgili olarak” maalesef somut bir adım atmamıştır. Hala doğumdan önce 8 hafta- sonra 8 hafta toplam 4 ay ücretli ve isteğe bağlı 6 ay ücretsiz izin verilerek, mesele geçiştirilmekte ve ülkenin en önemli sorunu görmezden gelinmektedir. Şimdilik milletin aileyi kutsal görmesi, akrabalık bağlarının güçlü olması, insanların torunları- çocukları ve yeğenlerine sahip çıkması, kurban- zekat- fitre vb. yardımlaşmaların devam etmesi ve hala yitirmediğimiz örf ve adetlerimiz ile kültürel değerlerimiz ve dini inançlarımız sayesinde; toplumsal çöküş yavaşlamıştır. Ancak büyükşehirlerde durum vahimdir ve hiç kimse canından-malından ve namusundan emin değildir. Bazı ülkelerde görülen sosyal patlamalar ile yağma ve ayaklanmaların Türkiye’de de olabileceği öngörülmeli, devletin tüm kurum ve kuruluşları ile toplumun tüm kesimleri iş birliği içine girmeli, insanların maddi ve manevi sıkıntıları giderilmeli, aile müessesi korunmalı, kültürel erozyon önlenmeli ve gelecek nesiller kurtarılmalıdır.
Büyükler evlatları- torunları ve yeğenleriyle “kız- erkek ayrımı yapmadan” yakından ilgilenmeli ve birikimlerini aktarmalı, küçükler onlardan milli- dini ve aile kimliğini almalıdırlar. Çocuklar aile ortamında sevgi ve şefkatle büyütülmeli, eşler birbirlerine saygı ve sevgi ile yaklaşmalı ve küçük anlaşmazlıklar yüzünden yuva yıkılmamalıdır. Akraba ve komşular kavga eden çiftleri barıştırmalı, mahkemeler boşanma davalarında hassas olmalı ve küçük hadiseler nedeniyle eşleri ayırmamalıdır.
Muasırlaşma hedefinden vazgeçilmediğine ve işbaşına gelen tüm hükümetler AB’ne girmek istediğine göre; önce örnek olunması maksadıyla devlet daireleri ve sonra özel sektör için, AB müktesebatı örnek alınıp gerekli yasal düzenlemeler yapılarak, çalışan kadınların yürekler acısı durumu iyileştirilmelidir. İstiklal Harbinde erkeğinin yanında savaşan ve şimdi hem evine hem de evladına bakıp tüm zorluklara rağmen çalışarak ülkenin ekonomisin katkıda bulunan vefakâr ve cefakâr kadınlarımız “çocuğu ana sınıfı yaşına gelene dek 2 yıl ücretli- 2 yıl ücretsiz izin verilerek, zorunlu ilk ve orta okul çağını bitirene kadar sabah okula götürmesine ve akşam okuldan almasına imkan tanıyan esnek çalışma saatleri uygulanarak” rahatlatılmalıdır. En önemlisi de geleceğimizin teminatı olan ve vatanına-milletine-ailesine ve tüm insanlığa faydalı olması beklenen gençlerin, anne sevgisine muhtaç ve aileye hasret bir çocukluk geçirmesine izin verilmemeli. “Psikolojilerinin bozulmasına, milli-dini-ahlaki ve insani değerlerden uzaklaşmasına, kültürel erozyona uğramasına, terör ve suç örgütleri ile bazı sapık anlayışların ve fuhuş çetelerinin ağına düşmesine, alkol ve sigara ile uyuşturucu maddelere alışmasına karşı çıkılmalı. Şiddet eğilimi ve eşcinsellik ile ateizm ve satanizme yönelmesine ve kayıp ruhlara dönüşmesine” izin verilmemeli ve ivedilikle her türlü tedbir alınarak, geleneksel Türk Ailesi yaşatılmalıdır.