Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, 24 Kasım 1928 tarihinde, Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini kabul buyurmuştur. Cehalete karşı başlatılan eğitim seferberliğinin dönüm noktası olan bu önemli tarih, 24 Kasım 1981 tarihinden bu yana ülkemizde “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır.
Büyük Atatürk, “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’nin “hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa” görevini Türk Gençliğine, bu gençliğin yetiştirilmesi görevini de, “dünyanın en muhterem varlıkları” olarak nitelediği öğretmenlerimize teslim etmiştir. Atatürk’ün 27 Ekim 1922’de, işgal altındaki İstanbul’dan Bursa’ya gelen öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmada, öğretmenlerin millet hayatındaki önemli yerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız. Hakiki zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız. Ben ve bütün arkadaşlarım sarsılmaz bir imanla, bütün mevcudiyetimizle sizi takip edeceğiz ve eğer irfan yolunda herhangi bir engele tesadüf ederseniz, sizin tesadüf edeceğiniz bütün engelleri kıracağız.
Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin sınırı ne olursa olsun, onlara her şeyden evvel milliyetine, Türkiye devletine, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetine düşman olanlarla mücadele etme lüzumunu öğreteceksiniz. Fertleri bu mücadele sebepleri ve vasıtalarıyla donanmış olmayan milletler için, beka hakkı yoktur. “
Atatürk Önce Eğitimci
İki Dünya Savaşının yaşandığı 20. yüzyıl, sayısız ideolojinin ve liderin ortaya çıktığı bir yüzyıldır. Fakat bu ideolojilerin ve liderlerin hepsi, biri hariç, 21. yüzyıla girmeden ömürlerini tamamlamışlardır. 21. Yüzyıla kalan tek dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk ve onun düşünceleridir. Çünkü Atatürk, sadece zaferler kazanan bir komutan, bir devlet kurucu, bir devrimci, bir düşünce adamı değil, bizzat kara tahtanın başına geçerek milletini eğiten ve onu, çağdaş dünyanın onurlu bir üyesi yapmaya çalışan bir eğitimci, bir başöğretmendir.
Atatürk, memleket meselelerinin görüşüldüğü bir akşam sofrasında, şair Behçet Kemal Çağlar’dan, bütün özelliklerini kapsayan bir şiir yazmasını ister. Yan odaya geçen şair, yarım saat sonra gelir ve yazdığı şiiri okur. Yüzü asılan Atatürk, “güzel yazmışsın, ama en önemli özelliğimi, öğretmenliğimi yazmamışsın” der. Arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbette de “Eğer Cumhurreisi olmasaydım, Maarif Vekili olmak isterdim” demiştir.
Atatürk’ün birinci önceliği, eğitimdir. Daha Kurtuluş Savaşı’nın birinci yılında, 16-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da 1. Maarif Kongresi’ni toplar ve savaştan sonra kurulacak yeni devletin eğitim programının esaslarını belirler. Bu program; sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına ve çağın gereklerine uygun olacaktır. 1923’te Cumhuriyetin ilânından sonra yaptığı ilk inkılâp, eğitim ve öğretim birliğini sağlamak üzere 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ilanıdır. Çünkü, eğitimin amacı, milli birliği ve bütünlüğü sağlamaktır. Ardından 1924’te büyük eğitimci Prof. Dr. John Dewey’e, eğitimimizin sorunlarını ve çözümlerini kapsayan iki rapor hazırlatır.
3 Kasım 1928′de yayınlanan “Türk Harfleri Hakkında Kanun“la, en geç altı ay içinde, yeni Türk Alfabesi’nin öğrenilmesi zorunluluğu getirildi. Bu amaçla, 24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Teşkilatı Talimatnamesi’nde de Cumhurbaşkanının, bu okulların başöğretmeni olduğu, altı ay içinde,16-45 yaş arasındaki, eski yazıyı bilen bilmeyen herkese yeni yazının öğretilmesi hükmü yer alıyordu. Millet Mekteplerinde beş altı yıl içinde 1,5 milyon insanımız okuma yazmayı öğrendi.
Basının yeni yazıya geçme sürecini belirleyecek bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, Atatürk’e sunduğu raporda, bu geçişin beş yılda gerçekleşebileceğini bildirdi. Atatürk, beş yıl hedef alınırsa, bu geçişin gerçekleşmeyeceğini görerek, en kısa zamanda geçilmesini istedi. Tüm basın yayın organları, iki ay sonra, Ocak 1929’da yeni yazıya geçtiler.
Eğitim Milli ve Siyaset Üstü Olmalı
Eğitim, bir milletin yaşam standardını, tutum ve davranış kalitesini, bilimsel ve ekonomik düzeyini oluşturan yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Eğitim faaliyetleri, bir milletin istikbaliyle yakından ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, eğitimin millet hayatındaki hayati önemini, “Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder” sözleriyle ifade etmiştir.
Atatürk’ün vefat ettiği 1938 yılından bu yana maalesef, iktidarların çoğunun eğitime bakışı, her zaman siyasi ve ideolojik olmuştur. İktidarlar, zihinlerinde kurguladıkları kendi politik yurttaşını yetiştirmek için eğitimi bir araç olarak görmüşlerdir. Bunu sağlamak için eğitim sistemi ve müfredat programlarını sık sık değiştirmişlerdir. Türkiye’yi kendi siyasi amaçlarına uygun dönüştürmek isteyenlerin şartlandırmaları sonucu, gençlerimiz arasında siyasal tartışmalar ve çatışmalar bir türlü bitmemektedir.
Hâlbuki eğitim, milli ve siyaset üstü olmalıdır, milli birlik ve beraberliği sağlamalıdır. Politikacılar, bazı sendikalar, dernekler, vakıflar ve cemaatler ellerini eğitimin üzerinden çekmelidirler. Milli eğitim sistemi ve programları, uygulandığı milletin milli, manevi, ahlaki, insani değerleri ve evrensel değerler ile bilim ve teknolojideki gelişmeler göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır.
Bırakın başka iktidarların yaptıklarını, aynı iktidarın farklı milli eğitim bakanları dahi, birbirlerinin yaptıklarının aksine kararlar almışlar ve bugün enkaz görünümlü, çağın gerisinde kalan bir eğitim sisteminin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Sık sık değişen sistemler, müfredatlar, kitaplar, yöntemler, kendi siyasi amaçlarına uygun insan yetiştirme girişimleri, eğitim yöneticilerinin ve öğretmenlerin atamalarında mülakatla, ehil ve layık olanların değil, yandaşların seçilmesi, eğitime çok kan kaybettirmiştir.
OECD’nin 15 yaş grubundaki gençler arasında yaptığı PISA sınavlarında, bizim çocuklarımız okuma becerisi, matematik ve fen testlerinde başarı bakımından ilk 50 ülke arasında yoktur. Tüm sıralamalarda Meksika ve Şili ile birlikte tablonun en sonunda yer almaktadır. Buna rağmen, öğrenme motivasyonu bakımından bizim gençlerden isteklisi de yoktur. Yine PISA araştırmalarına göre, dünyada ‘Sınıfımda en iyi öğrenci olmak istiyorum’ diyen gençler, en yüksek oranda bizim gençlerdir. Bizde bu soruya % 89 evet denirken, bizden sonra gelen iki ülkeden İsrail’de %86, ABD’de ise %85 evet denmiştir. OECD ortalaması ise % 59’dur. Öğrenme motivasyonu bu kadar yüksek olan bir ülkede, öğrencilerimizin öğrenme açlığını doyuracak olanlar, sadece ve sadece öğretmenlerdir.
PISA Direktörü Andreas Schleicher, Türkiye’nin PISA’daki başarısını değerlendirirken, “Öğretmenleriniz ne kadar iyiyse eğitim sisteminiz de o kadar iyidir. Bunun için hükümet, öğretmenliği hem finansal, hem entelektüel açıdan çekici kılmalıdır” diyor. Geleceğin insan gücünün yetiştirilmesinde en önemli unsurlardan biri olan öğretmenlerin üstün mesleki niteliklere ve donanıma sahip olarak yetiştirilmesi, ülkemizin bekası açısından son derecede hayati bir önem taşımaktadır. Öğretmenlerimizin toplumda saygın bir yere sahip olabilmeleri için, mali ve sosyal statüleri de mutlaka yükseltilmelidir.
Öğretmen Eğitim Kurumu Kalmadı
Türkiye’de geçmişte kapatılan Köy Enstitüleri’nden sonra, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları, 2014 yılında da 1848 yılında kurulan Öğretmen Liseleri kapatılmıştır. Son elli yılda bir taraftan öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarının kapatılması, bir taraftan ‘‘mektupla öğretim” ve “hızlandırılmış eğitim” gibi kısa süreli eğitimlerle öğretmen yetiştirilmesi ve bir taraftan da 1990’lı yıllarda her branştan öğretmen atanması, eğitimde akademik başarının düşmesine sebep olmuştur.
Sistemin sürdürülebilir olması için, daha önce eğitim alanında önemli reformlar yapmış ve çok önemli gelişmeler sağlamış ülkelerin ne yaptıklarına bakmak gerekir. Bu ülkelerin hepsinde öncelikle ‘‘öğretmen eğitimi’‘ne önem verilmiş ve bunun sonucunda eğitim kalitesine yönelik başarılı sonuçlar alınmıştır.
Şartları hızla değişen küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. “Bilgi ve Enformasyon toplumu”nu geride bırakan çağdaş dünya, 4. Sanayi Devrimi’ne hazırlanıyor. Robotların sanayide insanların yerini alacağı, yapay zekanın geliştirildiği, üç boyutlu yazıcılarla üretimin fabrikalardan evlere indirildiği, devasa miktardaki bilgi yığınının veri analizleriyle ayıklanıp kullanıldığı bir döneme geçiyoruz. İnsan ilişkilerinin ve iletişimin hızla geliştiği, ihtiyaçların değiştiği ve çeşitlendiği, bazı mesleklerin yerini yeni mesleklere bıraktığı bu dönemde, öğretmen eğitimi daha büyük önem kazanmıştır.
Öğretmenlik, bazı siyasilerin dediği gibi “yan gelip yatma mesleği” değildir. Ellerine ülkenin geleceği teslim edilen insanların, fedakârca yürüttükleri ulvi bir meslektir. Milli Eğitim Temel Kanunu‘na göre öğretmenlik; “Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği”dir. Öğretmenliğin tekrar saygınlığını kazanması ve verimli olabilmesi için, önce öğretmen eğitimine önem verilmelidir. Bu bağlamda Anadolu Öğretmen Liseleri yeniden açılmalı, Öğretmen Üniversiteleri kurulmalıdır. Öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora yapmaları desteklenmelidir. “Öğretmenlik Meslek Kanunu” çıkarılmalıdır. Öğretmenlerin maaş ve ders ücretleri günün şartlarına göre arttırılmalı ve öğretmenlere 3600 ek gösterge mutlaka uygulanmalıdır.
Dünyanın, jeopolitik olarak en önemli yerlerinden birine sahip, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz insanının, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine yeniden kavuşturulduğu, milli değerlerimizin ve ritüellerimizin yaşatıldığı, insan hakları ve özgürlüklerinin tam olarak uygulandığı, sosyal ve hukuk devleti olmanın gereklerinin yerine getirildiği, iç barış ortamının sağlandığı, komşuları ile sorunların halledildiği bir refah ülkesi yaratmak için yeni bir ”eğitim seferberliğine” ihtiyaç vardır. Bu konuda da en büyük görev, öğretmenlerimize düşmektedir.
Değerli Öğretmenlerimiz,
“Peygamberlik mesleği” denilen öğretmenlik mesleği, kutsal bir meslektir. Sevgi, saygı, sabır ve özveri mesleğidir. Öğretmen, engin bir kalp ve gönül zenginliğine sahip olmalıdır. Her şeyden önce öğrencilerini, kendi çocuğu gibi sevmeli ve bu sevgiyi onların gözlerine yansıtmalıdır. Öğrencilerine bilgi aktarımının dışında, vatanını, milletini, devletini, bayrağını, dilini ve milli kahramanlarını sevdirmelidir. Çocuklarımız, Atatürk’ün milletimize gösterdiği “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” hedefine yönlendirilmelidir. Öğretmen, giyim kuşamı, konuşması, tutum ve davranışlarıyla öğrencilerine rol model olmalıdır. Öğretmen hiçbir zaman heyecanını kaybetmemelidir. Heyecansız yaşanmaz, heyecanını kaybetmeyen yaşlanmaz.
Başöğretmenimiz bizlere; “Öğretmenler; Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister” demiştir. Öğrenciler sizin eserlerinizdir. Atatürk’ün dediği gibi, “Eserinin üzerinde imzası olmayan yegâne sanatkârlar” siz öğretmenlersiniz. Sizin imzanız, öğrencilerinizin zihninde ve gönlünde ömür boyu yaşayacaktır..
Saygıdeğer öğretmenlerimizin onur günü olan Öğretmenler Günü’nü bu duygu ve düşüncelerle kutlarım. Bu vesileyle Millet Mektepleri Başöğretmeni Atatürk’ü, ebediyete göçmüş bütün öğretmenlerimizi, vatan, millet ve devlet düşmanlarına karşı yaptıkları mücadelede ve terör olaylarında şehit düşen bütün öğretmenlerimizi ve 2017 yılında bölücü terör örgütünce şehit edilen müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın ve sınıf öğretmeni Necmettin Yılmaz ile bugüne kadar rahmeti rahmana kavuşmuş öğretmenlerimizi şükran ve minnetle anıyorum.