Kur’an, asırları muhtelif çeşitli bütün Enbiya’nın /
Nebîlerin, yani kendilerine kitap verilmeyip, önceki Resullerin kitaplı Peygamberlerin
kitaplarıyla amel eden, onları uygulayan Nebilerin tatbik etmiş / uygulamış
oldukları kitapları, zımnen / dolaylı ve öz olarak içinde barındırır.
Uyguladıkları inançları manen ifade eder. Onlara yer verir. Tatbikten düşmüş,
teferruat ve ayrıntılarını bir kenara bırakarak ruhunu ruhuna derceder, onları
yaşatır.
Şüphesiz önceki
Resullere vahyedilen / indirilen Tevrat, İncil, Zebur ve Suhufların; zamanın
geçmesiyle değişmeyen mânâ ve anlamlarını ihtiva eder / içerir. Böylece Kur’an
okuyan biri; aynı zamanda diğer kutsal kitaplarda olup da zamanla eskimeyen
taraflarını, Kur’an’da mânen bulmuş ve görmüş olur. Zaten Hz. Adem’den Hz.
Muhammed’e kadar, tüm Resul ve Nebilerin yerleştirmeye çalıştıkları inanç
temelleri dört maddede toplanabilir:
1. Tevhid / Allahın birliği,
2. Nübüvvet /
Peygamber gönderiliş zarureti. Çünkü “Nübüvvet beşerde zaruridir.” Zira Allah,
Peygamber göndermedikçe insanı sorumlu tutmaz. Dinimiz akıl dinidir ama, o akıl
akıl olacak. Aklım var diyerek, bilmediği konuda fikir yürütmeğe kalkışılamaz.
Meselâ göz büyük bir nimet. Fakat ışık olmayınca bir şeye yaramadığı gibi, akıl
da göz gibi büyük bir nimet. Onun da vahiy denen ışığa ihtiyacı var. Vahiy
ışığından mahrum ve yoksun olan bir akıl da bakar ama görmez. Duyar ama
işitmez. Bilir ama anlamaz. İşte bu bakımdan Peygamberlere vahiyle bildirilen
her türlü yol göstermeler; akılların görmelerini sağlayan ışıklar hükmünde.
İşte bu yüzden, Nübüvvet / Peygamberlik; insanlar için hayatî bir ihtiyaç,
vazgeçilmez bir gereksinim. İnsan için olmazsa olmaz bir husus.
3. Haşir, yani
Ba’sü ba’de’l-mevt. / Öldükten sonra hesap kitap için diriliş ve ebedî / sonsuz
âleme adım atış.
4. Adaletin tesisi
ve ibadetle insanın vazifeli oluş keyfiyeti.
Kur’an, meşrepleri
/ âdet, meslek, metod ve yolları farklı, değişik bütün Evliya / Velilerin, yani
Allah’ın üstün ahlâk sahibi olarak yarattığı kimselerin yazdıkları kitapların,
anlatmak istedikleri Hak yollarını da öz olarak içinde bulundurur.
Yine Kur’an,
meslekleri / gidişatları / tuttukları yol farklı ve başka başka olan, bütün
Asfiya / ilim ve takvasıyla Hz. Peygamber’in gerçek vârisleri olan bütün büyük
zâtların eserlerine; icmalen / kısaca ve özetle içinde yer verir.
Kur’an’ın cihat-ı
sittesi / altı yönü de parlak. Asılsız evham / vehimler ve asılsız şübehat /
şüpheler zulümatından / karanlıklarından uzak. Musaffadır. / Onları kendine
bulaştırmadan ve bünyesinde onlara yer vermeden saflığını muhafaza etmiş ve
korumuştur. Yüzyılların tortu ve geçersiz, çağ dışı her türlü akla mantığa
aykırılıklardan, kendini süzmesini bilmiştir.
Çünkü Kur’an’ın
istinadı / dayanak noktası şüphesiz / kesin olarak bildiğimiz gibi vahy-i
semavîdir. Allah tarafından gönderilen emirler mecmuası ve yaptırımlar
toplamıdır. Ezelî olan Allahın ezelî / zamanla mukayyet / kayıtlı olmayan
kelâmı / sözüdür.
Kur’an’ın hedefi
ve gayesi ise, gözümüzle açık ve seçik olarak gördüğümüz gibi, insanı saadet-i
ebediyeye / sonsuz saadet ve mutluluğa ulaştırmaktır.
Kur’an’ın içi,
bilbedahe / apaçık olarak göreceğimiz gibi, halis / hilesiz, saf ve temiz
hidayetten başka bir şey değildir. Yani mahza / sırf doğru ve Hak yolu gösteren
emir ve nehiylerle / yapılmasını isteyip istemediği emirlerle doludur.
Yine Kur’an,
bizzarure / kesinlikle, envar-ı iman / iman nur ve ışıklarını saçan İlahî bir
kaynak.
Kalblere; sönmeyen
ve söndürülemeyen, Kıyamete kadar devam edip sürecek olan iman ve inanç şırınga
eden ve edecek olan manevî bir aktarıcı.
Kur’an, bir şeyi
ilimle ve bazı işaretleriyle öğrenerek, hakikati kesin bir tarzda bilmek demek
olan biilmelyakîn delil ve bürhanlarla, imanları koruma altına almış mukaddes /
kutsal son İlahî kitap ve biz ahir zaman insanlarına ilmî / bilimsel, manevî
bir korunak ve sığınaktır.
Kur’an, tecrübe /
deney ile sabittir ki, teslim-i kalp ve vicdan / kalp ve vicdan ile kabul
edeceğimiz, yaratılışımızın gereği olarak, içimizden bize seslenen,
vicdanlarımızın o saf ve temiz seslenişine kulak vererek, şek ve şüphesiz,
sözlerini canı gönülden kabul edeceğimiz, İlahî sönmez bir nur ve ışık
kaynağıdır.
Rabbimizden bize,
iki saadet / dünya ve ahiret aydınlığını kazandıracak bir hakikat yumağı olup,
gerçeğin ta kendisidir.
Hakkın kullarına
en büyük muştu ve müjdeler sunan bir Hak ve Hakikat kitabı.
Kur’an, aynı
zamanda teshir-i akıldır. Aklımızı etkiler. Bu suretle seve seve emrine itaat
ettirir. Gönüllü olarak bizi bizden alır. Fakat bunu akla yer vererek yapar.
Çünkü aklı olmıyanın dine ihtiyacı yok. Dinden mes’ul ve sorumlu değil. Çünkü
Kur’an akla kapı açar, ihtiyarı / isteği / iradeyi ele verir. Zaten “La ikrahe
fi’d-dîn.” / “Dinde zorlama yok.” Teblîğ var icbar / baskı yapmak yok. Tebliğle
mükellefiz. Kabul ettirmekle değil. Çünkü dinin insana değil, insanın dine
ihtiyacı var.
Kur’an, ayrıca
bizden iz’an / anlayış ve kavrayış sahibi olmamızı da ister. Zaten Kur’an’ın
anlayış ve kavrayışa zıt ve aykırı hiçbir yönü yok. Zira Kur’an mücerret /
soyut olup, akla aykırılıktan uzaktır. Fakat o akıl, akıl olmak şartiyle. Yani
ilgili konuyu hakkıyla bilen bir akıl olması lâzım.
Kur’an’ın meyvesi
ise, doğruluğunda asla şüphe olmayan, hâli yaşar gibi ve kesin şekilde
bilircesine, yani bihakkalyakîn Rahmet-i Rahmân’ın / Rahman olan Allahın
rahmetini kazanmak, dar-ı cinana / cennet yurtlarına kavuşmaktır.
Kur’an’ın makamı,
değer ve seviyesi ve revacı / ilgi çekmesi ise, bilhads-i sadık / doğru bir
sezgi / tam bir biliş ile, makbul-i melek / meleklerin kabul edip beğendiği bir
kitap. İns / insanlar, Can / Cinler için indirilmiş bir kitab-ı semavî /
Allahın gönderdiği çok yönlü bir mesajdır vesselâm.