Gazze Turnusolü

16

Bir zamanlar haftanın beş gününü çarşı merkezinde değerlendiren ben, artık daha münzevi bir hayatın içindeyim. Bugün bir nedenle çarşıya çıktım. Mehmet Akif’in Bülbül şiirinde ifadesini bulan “Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım.” ruh haliyle dolaşıyordum.

Telefonuma göz attım; batarya, %3 enerji kaldığını gösteriyordu; panikledim.

Telefonumun şarjı biterse ben dünya ile nasıl temas kurabilecektim, arayanlar beni nasıl bulabilecekti, yapmam gereken konuşmaları nasıl gerçekleştirebilecektim? Hele okumam gereken haber ve mesajlar ne olacak? Biraz da kendime kızdım; bu kadar da tedbirsiz, gafil olunmaz ki! Bağımlı olmanın doğurduğu çaresizlik zonkladı beynimde.

Öfke, çaresizlik, gaflet, kızgınlık sözcükleri bana hep Gazze’yi hatırlatıyor. Ümmü Rezzan’ın yüzü yaralı, duruşu gururlu fotoğrafı canlanıyor zihnimde. “Eşim, gözlerimin önünde şehit oldu. Yetim oğlumun bacağı koptu, başörtüm ile bacağını bağlayıp 4 km taşıdım. Az önce oğlum şehit oldu. Elimden bu geliyordu, bunu yaptım. Başörtüm bile işe yaradı. Müslümanlar başımdaki kanlı örtüm kadar fayda vermedi bize.” diyor Ümmü Rezzan.

Gafletin sonucunu düşündüm. İsrail’in kuruluşunda, bugüne kadar izlediği genişlemeci politikalarda yeterli direnç ve dirayet gösterilseydi bu trajedi yaşanır mıydı?

Dünya Müslüman Alimler Birliği çağrı yapmış. İlk maddesinde: “Filistin topraklarındaki Siyonist işgale karşı cihat, gücü yeten her Müslüman için farzdır.” denmiş. Bunun kaçıncı çağrı olduğunu hatırlamıyorum. Buna rağmen, onurlu direniş gösteren, her şeyini kaybeden bir halka karşı bu duyarsızlık, bu his yoksunluğu neden?

Bazen, İsrail adlı ülkeyi nasıl mahluklar yönetiyor diye soruyorum. İki ton bombayla insan bedenlerini göğe fırlatanlar, bir katliam sonrasında yaralıları tedaviye giden on beş sağlık görevlisini ambulanstan indirerek gözlerini bağlayıp kurşuna dizenler, insan dışı bir canlı türü olmalı diyorum. Şairin: “Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu, / Selahaddin-i Eyyubi’lerin, Fatih’lerin yurdu.” beytini mırıldanıyorum.

Kendimi bir Gazzelinin yerine koyuyorum. Onlarda zaman kavramı yok. Her an ölümle yüz yüzeler. Yüzde üçlük şarjın bende yaptığı panik, Gazzeli bir baba, anne ve çocuk için ne anlama geliyor? Korku, öfke, telaş, üzüntü, intikam, cihat, şehadet gibi kelimelerin bana anlattıkları ile elli binden fazla şehit veren Gazzelilerle aynı mı? Her türlü maddiyatının yanında zamanı hatta ölümü bile tükettiği için tüketme ve tüketilme endişesi dahi duymayan yiğit, mücahit insanların manevi huzurunda, Mehmet Akif’in Kurtuluş Savaşı yıllarındaki iklimini, mahcubiyet duyarak, teneffüs ediyorum: “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı? / Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! / Nur istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun! / Yandık diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!”

Uğursuz gecelerin sabaha kavuşması ilahi yasanın gereği. Bazı geceler uzun olur; gecede don olur, soğuk olur. Bazı gecelerde çakallar, kurtlar her yeri talan eder. Hainler, vahşiler, yarasalar sever geceleri. Şeytan, gecelerin patronudur. Karanlık geceler; kötülerin, kötülüklerin, kaosun, curcunanın panayır vaktidir. Biz, gündüzün şerrinin, gecenin hayrından daha hayırlı olduğuna inanırız. Karanlık ruhlar; gece olsun isterler, kargaşa olsun isterler; isterler ki huzur olmasın, vahşet olsun. Ne kadar vahşet, o kadar saadettir bir Yahudi soyundan gelen veya Yahudileşen mahluklar için.

İsrail, küçük Amerika; Amerika büyük İsrail demek. Bu büyük gücün karşında hiçbir silah gücü direnme birikimine sahip değil. İnsaf, anlayış, hoşgörü, vicdan beklemek; ham hayal. “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” diyen şair, değişmez bir sosyolojik hakikati bir asır önce haykırmış. O halde, şeytani, kan emici güce karşı yüreklerin topluca vurması için duyguda, inançta, kıvançta, tasada, ülküde bir ve beraber olmak zorundayız. Kıblesi, davası, duası aynı olanların, tarihi şekillendirdikleri yine sosyolojik hakikattir.

Bakara suresi 138. ayetteki “Allah’ın boyası ile boyanın”, Al-i İmran suresi 103. ayetteki “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” buyrukları, özellikle şu zamanda en doğru kılavuz olarak gözümüze ve gönlümüze ışık olmalı, yolumuzu aydınlatmalı.