Siz bir acıya ne zaman tepki gösterirsiniz? Hangi acı size ıstırap verir, hangi acıyı duyumsarsınız? Yoksa “Ben acıya acı demem, acı bana dokumadıkça.” diyenlerden misiniz? Sözgelimi, acı bedeninize gelse, bir yakınınıza gelse, malınıza gelse, inancınıza gelse, komşunuza gelse, hepsine aynı derecede tepki gösterir misiniz? Hiç şüphesiz, göstereceğiniz tepki sizin duyarlığınızla, değerlerinizle, belki de insanlığınızla doğru orantılı olacaktır.
Bakınız, dünyanın göbeğinde bir yer var. Orantısız güçle, haksız nedenlerle insanlar katlediliyor orada. Bu katliamda kadın, çocuk, yaşlı, asker ayrımı yapılmıyor. Son teknolojinin ürünü silahlar deneniyor insanların üzerinde. Savunmasız bir kitleye saldırıyor orda, insanlık tarihinin baş belası, Siyonist zihniyetin temsilcisi İsrail. Belirli bir hedef yok, binalar yıkılsın, doğalgaz sistemleri çöksün, elektrik santralleri yansın, su depoları patlasın, insanlar ölsün… Başka bir amaç yok. Öldürdükleri Yahudi olmayan her insan, sevap olarak yazılıyor onların hanelerine. Öyle ya, Orta Doğu’nun büyük bir bölümü, Tanrı’nın onlara vaat ettiği topraklar. O topraklardaki her yabancı, onlar için yok edilmesi gereken bir pislik. Öldür, ibadet aşkına.
Dünyanın göbeği orası. Görmek isteyen gözler için katliamı görmemek mümkün değil. Bir baba… önünde bombaların hedefi olmuş beş kız çocuğu… baba çıldırmış vaziyette… anlamsız hareketlerle bir sağa bir sola koşuyor… gözleri patlamış, feryatları yeri göğü inletiyor… onun bu halini seyreden altı yaşındaki oğlu kim bilir neler hissediyor? Bu travma silinir mi zihinlerden hiç? Toplu katliamda yardıma giden beş doktor… hepsi de ambulansın içinde… hain elden çıkan bomba onları buluyor… beşi de aynı anda aynı yerde parçalanarak ölüyor. Çocuklar ekmek bulabilmek umuduyla, fırının önünde kuyruğa geçmişler. Gökyüzünde bir ışık şölenini andıran, yağmur gibi bombalar onları kuşatıyor bu defa. Bir anda, kömürleşmiş onlarca ceset… Vahşi bombaların isabet ettiği iki kız kardeş… ikisinin de ciğerleri bedenlerinden fırlamış… bu vaziyette babaları çocuklarının üzerine kapanmış, hüngür hüngür ağlıyor. Bu çocukların ya anneleri… onu tasvir etmeye kelimeler yetmiyor. Çocuksuz kalmış anneler, annesiz kalmış çocuklar… Kan ve gözyaşı oluk olmuş. Ekmek yok, su yok, enerji yok, ilaç yok; açlık var, soğuk var, hastalık var, parçalanmış bedenler var…
Dünyanın göbeğinde yaşananlarla insanlık sınav veriyor. Deniyor ki, sokakta kalan ölüleri gömmek, yaralıları hastaneye ulaştırmak için bombalamaya iki gün ara verilsin, silahlar sussun. Olmaz, diyor gözü dönmüş İsrail yönetimi. Toparlanıp karşı taarruza geçermiş, iki yıldır ablukada tutulan, ambargo uygulanan, zavallı Gazze halkı. Onların neleri kalmış ki kendilerini savunabilecekleri? En ağır silahları, kalaşnikof. Bombaları, su borusuna yerleştirilmiş birkaç avuç barut ve birkaç tane mermi… gürültüsü var kendisi yok. Ayağına batırılan toplu iğne deveye ne yapar ki?
Burası dünya. Adaleti kalmamış dünyanın. İnsaf bitmiş, gözler kör, kulaklar sağır olmuş. Kalpler taşlaşmış. Bu ne büyük duyarsızlık, bu ne büyük bencillik ya Rabbi! Kimse uykusundan uyanmıyor. Gaflet değil bu halin adı, dalaletten öte bir şey. Bu vahşet, bu kan yalnız İsrail’i değil, bütün dünyayı boğar bir gün. Gazze’de kullanılan silahların kimyası bütün insanlığı yakar bir gün. Ah Gazze! Sen insanlığın yarını için ağlıyorsun ve ölüyorsun; ama insanların bundan haberi yok. Siyonist ahlak olduğu sürece ne dalalet bitecek ne gözyaşı dinecek!
Gazze için bugün ağlamayanlar, yarın kendileri için ağlayacaklar. O zaman, deniz bitmiş, olacak. Gazze, ah!