Gavslar ve reisler: Bitmeyen bulûğ çağı

103

“Bunlar karadır, kapkaradır!” diyor, kalabalıklar çılgınca alkışlıyor. Birkaç hafta sonra, “Bunlar aktır, apaktır!” diyor, yine aynı insanlar yine çılgınca alkışlıyorlar.

“Bu ayıp değil miii?” diyor, Hep bir ağızdan bağırıyorlar: Değiiiil! Yanlış anladınız ayıp demeniz lâzım!” diyor, yine hep bir ağızdan bağırıyorlar, “Ayııııp!”.

Bir diğeri, sapkın bir tabilik uğruna ülkesinin insanlarına ateş açıyor, meclisini bombalıyor.

Hizmetkârı olduğu örgütün menfaati için ülkeyi zora, tehlikeye, riske atıyor.

Hepsinin de taptığı, yücelerin yücesi, yanılmaz liderleri var! İlkokul mezunu bir vaiz generalleri, profesörleri güdüyor.

Sönmez Kutlu Hoca, bu hâlin yeni olmayıp İslam tarihi boyunca birçok sapık grupta gözlendiğini anlatıyor[1]. Fakat sapkınlığı katiyen Müslüman topluluklarla sınırlı sanmayın. Coğrafyanın her noktasında ve tarihin her döneminde bol bol görülüyor. Müritlerini toplu intihara götüren tarikatlar, uçan kaçan şeyhler, gurular her ülkede ve her kültürde var.  Sapkınlığın illâ dinî olması da gerekmiyor. Milyonların katili Nazi ve Sovyet Komünist Partileri lâdinî sapkınlardı.

Bu işe psikologlar bakar

Bu derece sapkınlık da şart değil. Girişteki misallerden bir kısmı “normal” siyasî partilerimize ait. Onların da ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar ayrılmayacak militanları var. Çünkü bağlanmışlar bir kere…

Eric Hoffer’in Gerçek İnanç Adamı siyaset hayatımızda hâkim. Peki neden? Bu konu açıldığında ortaya onca garip hikâye döküldüğünde, âdettendir biri mutlaka “bu psikologları ilgilendiren bir konu” der. Bu derin entelektüel bir sözdür her halde!… Ben de psikologları araştırdım ve bir tane buldum. Harvard psikoloji profesörlerinden Robert Kegan.

Kegan önemli bir iş yapmış. Çocuk gelişimi psikolojisini yetişkinleri kapsayacak şekilde genişletmiş. Çocuk büyütenler, bebek bir aylıkken şöyle yapar, bir yaşında, iki yaşında böyledir gibi tespitleri bilirler. Piaget kendi çocukları üzerinde yaptığı gözlemlerle bu alanın kurucusudur.

Kegan, Piaget’in bıraktığı yerden alıp devam ediyor ve insanların geçtiği beş zihin evresi sayıyor[2]:

  1. Aşama: Dürtülerin zihni (erken çocukluk).
  2. Aşama: Emperyal zihin (bulûğ çağına kadar, fakat yetişkin nüfusun da %6’sı).
  3. Aşama: Sosyal zihin (yetişkin nüfusun %58’i).
  4. Aşama: Kendi senaryosunu yazan zihin (yetişkin nüfusun %35’i).
  5. Aşama: Kendini değiştiren zihin (yetişkin nüfusun %1’i).

Çocukluk çağını bir notla geçelim: O yaşlarda gerçek ile hayal ve fantezi bir birinin içindedir, hangisinin nerede bitip öbürünün nerede başladığı belli değildir ve biri diğerine geçiverir. Bizim ilgi alanımız yetişkinler.

Emperyal zihin: Sana güvenenleri niçin dolandırdın?

Emperyal zihin denilen ikinci aşamada, zihin kendi dışındaki dünyayı ve insanları, sabit kategoriler hâlinde tanır ama merkezde daima kendisi ve kendi hazları vardır. Emredebildiklerine emirler yağdırır, emredemediklerini bir şekilde arzularını yerine getirmeye zorlar, iknaya çalışır. Şunu istiyorum, bunu istiyorum, istiyorum, istiyorum çağı… Emperyal, yani dünyayı emri altına alma çağı… Kegan, eve söz verdiği saatte dönmeyen çocuk örneğini veriyor. Bu genç, eve vaktinde dönmediği için endişelenir ama endişesi, annem babam merak eder diye değil, bir daha harçlık vermezler diyedir. İnsan ilişkileri umurunda değildir. Tabi bundan başka bir tutum da düşünmez ve herkesin sadece kendi keyfinin peşinde olduğunu, birbirini umursamadığını zanneder. Tıpkı kendisi gibi. Her şey, her his somuttur. Soyutla pek bir ilişkisi yoktur[3].

Bu aşamada donmuş fakat yaşı ilerlemiş bireyler suça yatkınlık gösterebiliyor. Eğer suç işlerlerse onlara “sosyopat” veya “antisosyal” diyoruz. Kegan’ın iki örneği var. Birkaç banka soymaktan sabıkalı gence hâkim soruyor, “Bankaları niçin soydun evladım?” Cevap: “Çünkü paralar ordaydı.” Dolandırıcı gence, “Seni sevenleri, sana güvenenleri niçin dolandırıyorsun?” diye sorulduğunda da “Güvenmeyenler kanmıyor ki hâkim bey” cevabını vermiş. Kegan bunları şaka diye söylemiyorlar, gayet samimîler diyor.

Sosyal zihin: Başkasının yazdığı senaryonun aktörü

Üçüncü safhada çevresi hakkındaki düşünce ve tutumu 180 derece değişiyor. Artık o içinde bulunduğu toplumun bir üyesi ve o üyelik her şeyden değerli. Şimdi asıl tasası, “bana ne derler, hakkımda ne düşünürler?” Yavaş yavaş soyut kavramlar da anlam kazanıyor. İlk değer hükümleri ortaya çıkıyor fakat asıl değer, mensup olunan topluluğa bağlılık, sadakat, onların gözünde takdir görmek.

Bu safhada insanların aldıkları unvanlar, tayin edildikleri makamlar bizatihi kendileri oluyor. Bir yere başkan mı oldu, bunu, “Bu yerin başkanlığını yapıyorum” diye değil, “Ben başkanım” diye algılar. Rütbeleri, makamları, görevleri kimliğidir. Onları kaybetmek, kişiliğini kaybetmekle eşdeğerdir; kişiliği unvanından, kartvizitinden ibarettir zaten.

İşte gerçek inanç adamı tam bu safhadadır. Senaryosunu başka birilerinin yazıp onların verdiği rolü oynama safhasında. Öyle bir rol ki, mensubiyet en önemli şey ve kimlik eşittir mensubiyet!

Hayatlarının senaryosunu mensup oldukları cemaat yazmış. Onu oynamaktan başka bir seçenekleri yok.

Fikir değil sadakat

Mensup olunan topluluğun bir ideolojisi var veya yok, doğru veya yanlış; hiç fark etmez. Bu safhadaki kişi için önemli olan ideoloji, fikir değil, mensubiyet ve takdir edilmek. İdeolojiden dolayı mensup değiller, mensup oldukları için ideolojiyi tekellüm ediyorlar.

Mensup olmak en üst değer olunca topluluğun lideri de dünyadaki en üst insandır. Bir sabah bu büyük lider, öyle uygun görüp söylemi değiştirirse hemen yeni söyleme uymak en tabiî davranıştır.

Dördüncü evrede bu hal tekrar kökten değişiyor ve insan kendi rolünü kendisi seçiyor, kendi senaryosunu kendi yazıyor. Bunun için “kendinin müellifi zihin = kendi senaryosunu yazan zihin ” etiketini yapıştırıyoruz. Bu aşamada ideoloji, dünya görüşü artık önemli. Bir üst kıymet olarak öne çıkıyor ve kişi, kendi değerlendirmeleri, düşünceleri ve ideolojisine göre mensubiyet seçiyor.

Burada bizim odağımızda ikinci ve asıl üçüncü aşama var. Diğer seviyelerden ancak üç’ü ilgilendirdikleri oranda bahsedeceğim.

Kegan’ın seviyelerinin bazı özellikleri var. Birinden bir üsttekine geçilse de önceki hâlâ zihnin bir yerinde kalıyor. Hani bunu elinde bir resim tutan bir adam resmine benzetebiliriz, öyle ki adamın tuttuğu resimde de resim tutan bir başka adam var… İç içe zihinler, zihinler, zihinler… Ve böylece sürüp gidiyor. Dördüncü seviyedeki bir insanın benliğinin bir köşesinde üçteki insan, o üçtekinin bir köşesinde ikideki hâli ve onun da bir yerinde hâlâ fantezilere inanan küçük bir çocuk yaşıyor. Kendi senaryosunu yazan yetişkini baskılayabilirseniz, altından üç, iki hatta bir çıkabilir. Çünkü geçirilmiş o safhalar hâlâ orada, derinlerde bir yerlerdedir. Hani insanın anne karnında evrimin safhalarından geçmesi gibi. Şartlara göre bir önceye, daha bir önceye dönebilirler. Koca koca insanlar bir futbol maçında, klana bağlılık güdüsüyle “Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!” diye bağırıp azgın holiganlara dönüşebilirler.

Hiç bitmeyen bulûğ çağı

Dikkat edilecek ikinci nokta, “bulûğ çağına kadar” dediğimiz ikinci seviyenin illâ bulûğ çağında bitmeyebileceği. Üçüncü safhanın da ilelebet uzayıp gidebileceği. İnsanlar bu aşamalara daha erken veya daha geç girebiliyor. Hatta bazıları bir yerde donup kalıyor. Ölünceye kadar bulûğ çağından çıkmamış erkeklerden bahsedilir, biliyorsunuz. Daimî ergenlerden!

Yukarıda, ortalamada bulûğ çağıyla son bulacak emperyal aşamanın, yani buyurma safhasının yetişkinlerin yüzde altısında devam ettiği not edilmişti. Bu koca adamlara, “sizi sevenleri neden aldatıyorsunuz” diye sorulduğunda, “sevmeyenler aldanmıyor da ondan” diyecek magandalardır veya parayı orada buldukları için soygun yaptıklarını söyleyecek tipler… Ve bizdeki yaygın örneğe bakarsak diyeceklerdir ki, “ama herkes çalıyor?“.

Fakat en kalabalık grup üçüncü, yani başka birilerinin çizdiği senaryoyu sadakatle oynayanlar. ABD nüfusu içinde bunlar %58 imiş! İşte ölmeye ve öldürmeye gelmiş kabile efradı bunlar arasından çıkar. Çoğu ergenlikte devşirilmişlerdir ve geri dönüp normal insan olmaları zordur.

İki, üç ve dörtte yetişkinlerin oranı sırayla yüzde 6, 58 ve 35’i buluyor. Hâlbuki normali, ikide hiç yetişkin bulunmaması ve üçün de ergenlikten kısa bir süre sonra sona ermesidir. Öyle olmuyor… Bunlar ABD rakamları. ABD’de medyan yaş 37, bizde 31. Demek ki biz onlara göre altı yıl daha genciz. O zaman bu yüzdeler bizde aşağı doğru kayacaktır; meselâ 9, 60, 30 gibi.

Millî eğitimin eğitmediğini cemaat terbiye eder

Gençlerin ergenlik yılları sapkınların militan avına çıktıkları dönemdir. Bundandır ki FETÖ’de de İhvan’da da “Dava” o yıllarda aşılanır. Her türlü mürit o yıllarda avlanır, “cemaat“e alınır ve “terbiye” edilir ve sonra kendi hayatlarını çizecekleri dördüncü aşamaya geçmemeleri için elden gelen yapılır. Önlem, millî eğitimin tam da bu çağda müdahale edip mensubiyet arayan gönüllere millî mensubiyeti vermesidir. Klanlara, cemaatlere değil milletinin tamamına mensubiyeti. Millî eğitimin baş görevi budur. İç çatışmaların çok olduğu ülkelerde bu görev yerine gelmez. Çünkü o ülkelerde, hangi mensubiyetin verileceği konusunda kafalar karışıktır… Veya daha beteri, karışık değildir ve yönetim de sapık mensubiyetlerden birinin askeridir. O yönetimin mensupları kendi bulûğ çağlarında bir sapkın grupça devşirilmiş ve bir daha kurtulamamıştır.

Bir sapık gider, öbür sapık gelir

Kegan, “toplumun müfredatı” diye bir kavram kullanıyor. İslamiyet’teki “mâruf”, Türkçedeki “örf” kavramı. Normal ülkelerde, millî eğitimin müfredatı toplumun müfredatıdır zaten. Fakat toplumun kendi teşkilatı olan devlet, kendi eliyle örgün eğitimde sapkın bir müfredat uyguluyorsa, o teşkilat on yıllarca sapkınların elinde silah olmuşsa, ergenlerimizi avlamak için yurtlarla, kurslarla, okullarla tuzaklar kurulmuşsa… Bir sapkın grubu temizlemek için başka sapkınlara yaslanılıyorsa. Gene resmen bir şeyler geveleyip ardından, bunların aslı başka, bak gel beni dinle, Lozan’ın gizli maddeleri var falan gibi saçmalıklar fısıldanıyorsa… İşte o zaman toplum, Engin Geçtan Hoca’nın nefis tabiriyle “Göbek kordonları ellerinde sokacak piriz arayan” çaresizlerle dolar. Dördüncü seviye hayal bile edilemez, sokakları ölmeye gelen üçüncü seviye militanları doldurur. Fikir mühim değildir. Birkaç slogan, birkaç el işareti yeterlidir. Ve sonunda sizi de öldürürler ve ölürsünüz.

Bir sapık gider, öbür sapık gelir.