Bir gün 2 çocuk yolda giderken biri diğerine çelme takmış. Çocuk yavaş bir şekilde yere düşmüş. Hiçbir yerinde en ufak bir çizik bile yokmuş. Fakat 10 dakika boyunca salya sümük ağlayıp durmuş, diğer çocuk bin pişman özür dilemiş ve nihayet ayağa kalkıp yollarına devam etmişler.
Aradan 5 dakika geçmiş geçmemiş bu sefer yine aynı çocuğun ayağı taşa takılmış ve yine yere düşmüş. Tam o sırada yan taraftaki yardan aşağıya uçmuş, takla ata ata 5 metre daha sürüklenmiş, üstünü başını çalılar yırtmış. Çocuğun her yer yanı kan revan içerisindeymiş. Kafası yarılmış, kolu kırılmış; fakat çocuk hiçbir şey olmamış gibi düştüğü yerden silkinerek kalkmış, “Haydi gidelim” demiş.
Diğer çocuk şaşkınlıkla demiş ki; “Demin düştüğünde bir yerinde çizik bile olmamasına rağmen 10 dakika boyunca ağladın, zırladın resmen kulak zarıma işkence ettin, şimdi ise her yerin kan içinde ve hiçbir şey olmamış gibi nasıl gidelim diyorsun?”
Başından yanaklarına doğru kan sızan çocuk buna aldırmadan demiş ki:
– Kendi düşen ağlamaz!
* * *
11 Eylül 2001 yılında Nev York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine El Kaide adı verilen bir örgüt tarafından 4 yolcu uçağının kaçırılması sonucu yapılan saldırılarda 19 saldırgan da dahil 2996 kişi hayatını kaybetmişti.
Ardından dönemin ABD Başkanı 2. Bush “Bu bir Haçlı Seferidir!” diyerek sözüm ona El Kaide’ye karşı savaş başlatmış ve bu vesile ile Afganistan ve Irak’ı işgal edivermişti.
Oysa “Taliban” denilen ve medrese talebelerinden (öğrencilerinden) oluşan bir örgüt içerisinden kopan El Kaide, aslında SSCB’nin (Rusya’nın) Afganistan’ı işgali ardından kurulmuş bir 5’nci kol faaliyetiydi ve Taliban’ın elit kuvvetlerini oluşturuyordu. Rus ordusuna karşı mücadele veren bu grup, bölgedeki Tacik, Türkmen, Özbek ve Urdu vd. kökenli geleneksel İslâm’ı ön plâna alan iç dinamiklerle işgale karşı refleks olarak kurulmuş yerel güçlere karşın; Taliban ise direkt olarak Batı’dan emir ve lojistik destek alan bir örgüt olarak ABD’nin bölgedeki gerçek müttefiki ya da maşası idi. Ancak komünist sistemin çökmesi ile birlikte Rusya’nın Afganistan işgaline son vermesi ardından tasfiye süreci yaşayan Taliban ve El Kaide varlıklarını devam ettirmek isteyince; bir anda kötü çocuk olmuş ve 2011 yılında El Kaide lideri Usame bin Ladin öldürülmüştü. Aynen Saddam Hüseyin’in de işi bitince öldürülmesi gibi.
Ancak bu süreçte çok ciddi bir ayrıntı vardır.
Afganistan’daki yerel Müslüman güçler Özbekler, Tacikler, Afganlar veya Urdu’lar sadece Rus askerleriyle mücadele ediyor, düşmanla savaşırken aynı zamanda kendi canlarını da savaş şartları dahilinde korumaya gayret ediyorlardı. Oysa ABD patentli ve o dönem Suudi Arabistan destekli Taliban ise intihar bombacıları vasıtasıyla Rus ordusuna korku salıyor, üzerine bomba bağlayıp Rus tanklarının altına kendini atan fedailer ile ateist düşünce kalıplarıyla eğitilmiş olan Sovyet subaylarını dehşete düşürüyorlardı.
Bu taktik biraz Hasan Sabah’ın Haşhaşilerini anımsatsa da canlı bombalara “şehit” denilerek kutsanıyor ve yüceltiliyordu. Bu anlayış İslâm ülkelerinde cılız teknik uyarılara rağmen ciddi bir eleştiri almamıştı. Çünkü ‘kafir Ruslara’ karşı cihat ediyorlardı.
Ancak savaş bitince bu şekilde Batı tarafından kendince revize edilmiş İslâm ile formatlanmış intihar bombacıları ve bu anlayış bir anda elde kalıvermişti. İlk önce Afganistan’daki geleneksel İslâm’ı temsil eden güçlere saldırdılar. Ardından Çeçenistan’da patlayan canlı bombalar, 11 Eylül saldırıları, Irak’ta her gün patlayan canlı bombalar, Suriye’de patlayan canlı bombalar, Türkiye’de patlayan canlı bombalar ve en son Paris’te patlayan canlı bombalar ve sayamadığımız diğerleri geldi…
Ord. Prof. Dr. Rahmetli Sulhi Dönmezer hocam, “Sosyal bilimlerde laboratuar ortamlarında deney yapamazsınız. Çünkü tahmin edilemeyecek kadar çok sayıda farklı değişken ve şart vardır. Bu nedenle laboratuarda elde edilen sonuç, gerçek hayatta çok farklı neticeler verebilir” derdi. Oysa Batı, bir zamanlar Osmanlı Devleti’ne karşı ürettiği virüsü, revize edip bir kez daha piyasaya sürmüştü bile…
Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve Ortadoğu’yu paylaşmak amacıyla Batı tarafından icat edilen Vehabilik ve ardından Osmanlı Devleti’ne karşı çıkarılan isyanlar maksadına ulaşmış ve Türkler ciddi anlamda Ortadoğu’dan tecrit edilmişlerdi. Ardından da Fransa, İngiltere ve İtalya bölgeyi istedikleri gibi paylaşmışlardı. 2. Dünya Savaşı ardından ise bu kez Fransa, İngiltere ve tabii ki ABD bölgeyi yeniden reorganize etmişlerdi.
1980’lerle birlikte Türkiye’nin güneyi ile yeniden ilişki kurmaya başlaması hamlesi ise PKK terörüyle Batı tarafından cevaplanmıştı. Biz ise İŞİD’e (DAEŞ’e) geri dönelim…
İslâm dininde savaş halinde dahi teslim olan kişi kasten öldürülemeyeceği gibi, size karşı mücadele etmeyen, karşı koymayan kimse de öldürülemez. Savaş kararı sadece devlet tarafından verilebilir. Kişi ya da kişiler bir devlete karşı savaş açamaz (terör saldırısı gerçekleştiremez).
Kişi asla kendi canına kıyamaz. Kıyarsa kafir olur. Savaş halinde elbette ölüm ihtimali vardır ancak gazi olmak veya sağ salim savaştan çıkmak ihtimali de vardır. Oysa canlı bombanın asla kurtulma şansı yoktur. Bu nedenle hem masum kişilerin, hem de kendisinin katilidir. Üstelik Batı Avrupa ve ABD’de hızla yayılmakta olan İslâm’ın imajını zedelediği için ayrıca da büyük bir günah işlemiş olmaktadır.
4 Halife döneminde Abdullah İbn-i Sebe ile başlayan İslâm dinine tefrika sokma ve farklı İslâmlar oluşturma çalışmaları her geçen gün gelişerek ilerlemiş kimi zaman Haşhaşiler olarak Selçuklu Türklerine musallat olmuş, kimi zaman da Vehabiler olarak Osmanlı Türklerine musallat olmuştur. Tarih boyunca çok farklı varyasyonlarla İslâm dönüştürülmeye ve Batı’nın çıkarları doğrultusunda evrilmeğe çalışılmıştır. Ayetle sabit olduğu üzere Yüce Allah, dini elbette korumuştur ancak bu yıkıcı plân da sürekli işlemiştir.
En son ABD’nin Irak’ı işgali esnasında içinden cihat ayetlerinin çıkarıldığı ve İncil’den bazı cümlelerin ilave edildiği Arapça ve Kürtçe sözüm ona Kur’an-ı Kerimler’i ABD’nin Truva birliklerinin bedava dağıttığı bilinmektedir.
Amerikan Board’un çalışmalarından Lawrance’ın faaliyetlerine ve Sykés – Picot gizli antlaşmalarına kadar Batı’nın, ama en çok da İngiltere, Fransa ve ABD’nin yarattığı bu heyula 11 Eylül’de kendi yaratıcılarından ABD’yi vurmuş, 2015’te de Paris’te 6 yerde patlayan bombalar ile de Fransa’yı vurmuştur.
Laboratuarda ürettikleri yapay İslâm’ı dünyaya musallat edenlerin bir gün gelip Ucube’nin Dr. Frankeştayn’ı yani mucidini de öldüreceğini bilmeleri gerekirdi. Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz. Ağlamaz ama oradaki masum insanlara da üzülmemek elde değil… Fransız halkının başı sağ olsun.