Fransa, Türkiye’ye “Bu Ne Ayak?” Derse TBMM Ne Der?

111

Fransa sömürgeciliğinin en somut örneği olan Cezayir, Osmanlı Devleti’nin dağılmasının ardından en fazla acı çeken ülke olmuştur. Yönlendirmenin, aşağılamanın ve tahakkümün her şekli Cezayir halkına uygulanmıştır. Ardından bir halkı yok etmenin etüdü yapılmış ve gerçekleştirilmiştir. Fransa, Cezayir topraklarında soykırımın tarihini yazmıştır.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Türkiye’nin Tavrı: Cezayir bağımsızlık savaşı 1 Kasım 1954’te bazı bombalama eylemleri ve askerî binalara yapılan saldırılarla başlamıştır. Bağımsızlık mücadelesi başladıktan iki yıl sonra düzenlenen Summan Kongresi’nde, bazı silahlı örgütlerin ve Cezayir Devrimi Ulusal Konseyi (CNRA)’nin kurulmasına karar verilmiştir. Fransa bu direnişi önlemek için yerli halkın mevcut durumunda bazı iyileştirmeler yapma konusunda girişimler başlatmıştır. Halkın Fransız hükümeti yanında yer almasını sağlamaya yönelik bu girişim ve yönlendirme teknikleri tutmamış, 1957 yılında savaş iyice şiddetlenmiştir. Bağımsızlık hareketini önlemek için her türlü yol meşru görülmüş ve büyük bir katliam yapılmıştır. Bu mücadele, 5 Temmuz 1962’ye kadar sürmüştür. Ne yazık ki Türkiye, yaşanan bu acı olay karşısında bulanık bir tavır sergilemiş; daha açıkçası doğrudan ve dolaylı olarak 1960’a kadar Fransa’nın yanında yer almıştır.

Cezayir bağımsızlık hareketini başlatan milliyetçi liderleri açık bir şekilde Mısır Lideri Cemal Abdünnasır desteklemiştir. Türkiye, Mısır ile yaşadığı Bağdat Paktı ve Süveyş Krizi’ni bahane ederek meseleye sıcak bakmamış ve Cezayir direniş hareketini bazı solcu grupların ve bunların arkasındaki devletlerin, yani Rusya’nın ve Çin’in bir tertibi olarak tanımlamıştır. Öte yandan Türkiye’nin dâhil olduğu NATO paktının 6. maddesinde “taraflardan birinin topraklarına saldırı olduğu takdirde diğer üye devletlerinin yardımcı olmasına” ilişkin hükme Cezayir de eklenmiştir. Saldırı herhangi bir ülkeden gelmese bile üye ülkeler Fransa’nın NATO emrindeki güçlerini Cezayir’de kullanmasına izin vermiştir. Zaten Soummam toplantısında Cezayirli milliyetçiler NATO’yu kendilerine düşman pakt ilan etmişlerdir. NATO’ya ait silahları, kullanılan üsleri hesaba katacak olursak Türkiye fiilen olmasa bile şeklî olarak NATO’dan dolayı Cezayir bağımsızlık mücadelesinin karşısında yer almıştır. Cezayir, meseleyi BM’ye taşıdığında da Türkiye aynı tavrı sergilemiştir. 1957’de Cezayir’in geleceğini belirlemesine ilişkin oylamada Batılı devletlerin baskısı altında çekimser oyu vererek bir oy farkla önergenin reddedilmesinde belirleyici olmuştur. Türkiye’nin BM’de takip ettiği oylama stratejisi, Fransa’nın desteklenmesi yönünde olmasına rağmen, ABD ile benzerlik göstermesi bir rastlantının eseri değildir. Türkiye yapılan oylamalarda ABD ile hareket ederek bir anlamda ABD’nin Cezayir konusundaki politikalarını benimsemiştir.

Hükümet yanlısı basın açıkça Fransa’nın söylediklerini tekrar etmiş ve durumu meşrulaştırmaya çalışmıştır. Hükümet yanlısı olmayan bazı basın yayın organları tavır koymuştur. 1957 yılından itibaren Cezayir’i değerlendirme biçimi biraz değişmiştir. Sol ve milliyetçi basın, Cezayir bağımsızlık hareketinin Millî Mücadele’den esinlenerek yapıldığını ifade ederek desteklemiştir. DP taraftarı basın, Batı’nın yaygın olarak benimsediği görüşü tekrar etmiştir. Bugün Irak, Libya ve Suriye konusunda Batılı merkezî devletlerin görüşleri basın yayın aracılığıyla telkin edildiği gibi. Esasen değişen bir şey yoktur.

27 Mayıs 1960’tan sonra iktidarı ele alan askeri yönetimin Cezayir bağımsızlık hareketini destekler mahiyette açıklama yapması üzerine, sessiz kalma siyaseti terk edilerek açık bir politika izlenmiştir. Bütün basın dil değiştirerek yeni bir tavır geliştirmiştir. 1950’li yıllarda meseleyi Fransa’nın iç sorunu şeklinde takdim etmenin karşılığında Türkiye’nin Ortadoğu’daki çıkarları doğrultusunda sürdürdüğü dış politika çizgisi, beklenen siyasî-iktisadî çıkarları sağlamamıştır. Ayrıca Türkiye, İslam coğrafyasında itibarını kaybetmiştir.

Fransa’nın Tavrına Karşı Cezayir Kartı Ne Anlama Gelmektedir?

Gerekçelere ve dönemin şartlarına atıf yapılarak mazur ve meşru gösterilmek istenen Türkiye’nin Cezayir ile ilgili tutumu, şu an Irak’a, Libya’ya ve Suriye’ye yönelik tutumuyla aynıdır. Siyasî iktidarın fiilî bir durum karşısında Cezayir’de top çevirmesi gerçekçi bir yaklaşım değildir. Türkiye’nin dış politikası açısından ise bu durum, siyasî ve diplomatik temeli olan bir tutum olarak kabul edilemez. Fransa’nın Türkiye’ye yönelik tavrına karşı Türkiye’nin Cezayir seçeneğini kullanması eski sayfaların açılmasına ve Türkiye’nin Batılı merkezî devletlerin diline eklemlenen politikasını açığa çıkartmasına yarar. Sürdürülebilir ve sağlam diplomatik temellere dayanmayan bu tutum, Türkiye’nin uluslararası güç denkleminde Batılı merkezî devletlerin ürettiği ve telkin ettiği dilin dışına çıkamadığını kanıtlamaktan başka bir işe yaramaz.

Fransa’nın “Ermeni Soykırımını İnkâr Yasası” kararı alma çabasına tepki gösteren TBMM’nin “Öyleyse siz de Cezayir’de soykırım yaptınız!” çıkışı sağlam bir gerekçe değildir. Bu tavrın arkasında açıkça dile getirilmeyen / zımnî ifade şudur: “Bizim, yaptığımızı siz de yaptınız; biz yapınca kötü, siz yapınca iyi mi oluyor?” Keza bu tavır, “meseleye uluslararası / daha çok Batılı merkezî devletlerin ürettiği kavramlar” üzerinden yaklaşmaktır. Türkiye’nin bu yaklaşımı böylesi hassas meselelerde itibar kaybetmesine neden olmaktadır.

Fransa bizzat meclisinde, Türkiye’nin Ermeni soykırımı yaptığını ve bunu inkâr etmenin cezaya müncer olacağı kararını almaktadır. Türkiye ise taraf olmadığı ve tutum geliştiremediği Cezayir meselesine sarılmaktadır. TBMM’nin geliştirdiği bu tutum sadece tarihi gerçekler açısından değil, aynı zamanda hâlâ meselenin etrafında dolanması açısından sıkıntılıdır. Bu olaydan sonra aynı 1957’de olduğu gibi Batılı merkezî devletlerin ürettiği siyasî bakışı telkin eden basın gibi meseleye ifade özgürlüğü açısından yaklaşarak Türkiye’ye yönelik her türlü faaliyetin kapısını açmaya davet etmeye başlamışlardır. Siyasî ve diplomatik esareti üreten, işte bu mantıktır. Çünkü bu meselenin hukukla ve özgürlükle hiçbir alakası yoktur. Bu mesele Batılı merkezî devletlerle yerli ortakların geliştirdiği siyasî-stratejik hamlelerdir.

TBMM’nin yapması gereken şey: Fransa ve benzer ülkelerin telkin ettiği “soykırım masalı”nı dile getirenlere karşı bir yasa çıkartmaktır. Çünkü basında ve yayında yer alan “efsane gazeteciler, bürokratlar ve siyasîler” Fransa’ya ve Sarkozy’e bu konuda taş çıkartmaktadırlar. Bazı ipsizlerin ve ayartılmış, esir edilmiş kişilerin her gün basın-yayın aracılığıyla bu milleti katil ilan etmesini ben eli ve kolu bağlı şekilde dinlemek zorunda mıyım? Bu nasıl bir hukuk? Benim kendimi savunma hakkım bile yoktur. Söz konusu çevrenin telkin ettiği demokrasi, esarettir. Bu esaretin zincirlerini kıracak irade, kendi gerçekliğini ortaya koymak ve bunu bir hukukî karara bağlamaktır.

XX. Yüzyılın başında Anadolu topraklarında Ermeni ve Rum çeteleri tarafından öldürülen, şehit edilen yüz binlerce Türk-Müslüman kanı neden siyasetin ve diplomasinin konusu değildir? Neden bu insanların hukuku aranmıyor? Bu ülkede adam yerine konulmak için bölücü, isyancı, vampir ve egemen güçlerin sözcüsü olmak mı gerekiyor?

Not: Cezayir bağımsızlık hareketi ve soykırım için bakınız: Dr. Şinasi Sönmez, Cezayir Bağımsızlık Hareketi ve Türk Kamuoyu 1954-1862, Hacettepe Üniversitesi ve benzeri çalışmalar, dönemin gazeteleri, zabıt cerideleri.