Filistin, Siyonizm ve İsrail Tarihçesi* – 5

311

Siyonistler, II Meşrutiyet ile Abdülhamid’in Osmanlı siyaset sahnesindeki etkinliğinin azalması ve 13 Nisan(Meşrutiyete karşı ayaklanma)dan itibaren tamamen tükendiğini ve Türkiye’de yeni bir dönemin açıldığını anlamışlardı.

                Sabık Padişah, Herzl’e Filistin’de Musevi Yurdu kurdurmamak için oldukça direnmişti. Ancak II. Abdulhamid’in Musevilere kötü davrandığı söylenemezdi. Öyle ki, Rusya mezaliminden kaçıp Osmanlı’ya sığınan Musevilere kucak açması unutulamazdı.

                II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Siyonistler için en büyük kazanç, İstanbul’da Emanuel Karaso gibi birinin olmasıydı. Karaso, İttihat ve Terakkinin diğer ünlülerinden Nesim Ruso ve Nesim Mazliyah’ı da ikna ederek Siyonistlerin ilk “Osmanlı Şubesi”ni açmayı başarmıştı. Bu üç Osmanlı Siyonisti, 1908 Seçimlerinde parlamentodaki yerlerini almışlardı. İstanbul Mebuslarından Vitali Faraci Efendi de Siyonistlere yakınlaşmış, hatta Türkiye de Anti-Semitizm olmadığı için emellerinin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu söylemişti.

                Musevi milletinin Hahambaşısı olan Hayim Nahum, Dr. Yakobson’a(İstanbul’daki Anglo Lövanten Bankacılık Şirketinin başındaki adam.) Filistin’deki Siyonistlerin başarısı için çalışacağını söylemişti. Yakobson’a göre bir Musevi liderinin Türkiye’de Siyonistlere bu derece sempati duyması, Siyonistler için büyük bir zaferdi. Yakobson, Osmanlı kamuoyunu kazanmak için İstanbul’da çıkan bütün Musevi gazetelerini satın almıştı.

                Dr. Yakobson, İstanbul’daki başarısı için sadece Osmanlı Musevilerini kendi saflarını çekmeğe yetmeyeceğini, Filistin’de özerk bir Yahudi yurdu kurmak için önce İttihat ve Terakki Cemiyetini, daha sonra hükümeti etkilemeleri gerekiyordu. Bu sebeple, Ruso ve Mazliyah; Enver, Ahmet Rıza, Talat ve Nazım Beylerle görüştüler. İttihat ve Terakki’nin ağır topları olan bu beyler, ülkeye Musevi göçünün yararlı olacağı inancındaydılar. Ahmet Rıza, Meclis Başkanlığına seçildikten sonra kendisini tebrik etmeye gelen Hayim Nahum’a: “Osmanlı devletini oluşturan bütün uluslar içinde Musevilerin girişimci, zeki ve Osmanlıya sadık olma özelliklerinden dolayı Musevileri kardeş saydıklarını belirtiyordu.”

                Ahmet Rıza: “Musevilerin, Fen, Endüstri, Ticaret gibi bütün dallarda birinci olduklarını, Musevilerin kendilerine yardım ettikleri takdirde, hiçbir kısıtlama olmaksızın Rusya’dan olsun, Romanya’dan olsun bütün Musevileri imparatorluğumuzun her köşesinde ellerimiz açık karşılamaya hazırız. Yeter ki onlar ülkenin endüstri ve tarımına katkı sağlamak için sermayelerini alıp gelsinler.” Diyordu.

                Lâkin Siyonistlerle İttihatçıların arasındaki “Balayı” fazla uzun sürmeyecekti. Hürriyet’in ilanı ile çıkan (23 Temmuz 1908 – 13 Nisan 1909) arasında geçen 31 Mart vakası, her şeyi alt-üst etti. Filistin’de II. Abdülhamid döneminde konulan yasaklı uygulamalar yeni yönetim tarafından tekrar uygulanmaya başlandı.

***

Sayın Okur:

                Buraya kadar Siyonistler ile Osmanlı arasında yaşanan gel-git’ler, son Osmanlı askeri Filistin’i terk edinceye kadar sürmüştür. 1517 de Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilen bu kutsal topraklardan Osmanlı orduları perişan bir vaziyette kuzeye doğru çekilirken Müslüman Arapların İngiliz casusu Lawrence liderliğinde Türk askerini arkadan vurması, yaralılara dahi acımadan Ermeni militanlarla birleşip katliama girişmiş olmaları acı bir hatıra olarak hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır.

                Buraya kadar anlatılanlardan şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki; bu günkü Filistin’in durumuna düşmemek için, vatan topraklarını her türlü yabancı(Suriyeli, Afgan, Ermeni, Rus) İstilacılardan korumamız gerekiyor.

                Yabancıya 400 Bin Dolara vatandaşlık veren, II. Abdülhamid’i çok sever görünen hükümet yetkililerimizin Filistin’den toprak talep eden Siyonistlere vermiş olduğu şu sözünü duymamış olmalarına ihtimal vermiyorum: “Ben bir karış dahi toprak satmam, Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarını akıtarak kazanmıştır. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere muharebe meydanında kalmıştır.          

                Hâlbuki biz son yirmi yıl içerisinde; “Bu topraklar şehit kanlarıyla sulanmış satamazsınız” diyenlere: “Babalar gibi satarım!” diyen Maliye bakanları, İsrailli Yahudilere: “Güneydoğu Bölgemizden çok fazla toprak alıyorsunuz birazda iç Anadolu’dan, Konya ovasından alın” diyen Tarım Bakanlarını gördük.

                Büyük Ortadoğu Projesi gereği Suriye ile olan sınırımızdaki mayınları temizleme işinin karşılığında bu sınır topraklarının İsrail’li bir şirkete 49 yıllığına kiraya verilmesi nasıl izah edilebilir, şayet Anayasa Mahkemesi bu anlaşmayı bozmasaydı; 49 yıl bölgede kalmış Yahudi bu topraklardan çıkarılabilinirmiydi?

                Sağlıkla kalın.

Son

*-Bu yazı serisinin hazırlanmasında: Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin “Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar”,

-Mustafa Armağan’ın: “Abdulhamid’in Kurtlarla Dansı”,

-Falih Rıfkı Atay’ın: “Zeytin Dağı”

Kitaplarından faydalanılmıştır.