Fikir Damlaları (6)

93

   – Kim kendini
yaratanı anlamak istemez ki? Evet, Allah’ı anlamak istiyoruz! Ama zatına yol
yok!

     Ancak isim ve
sıfatlarını bilmekle ve onların tecellisi, yansıması

     Ve müşahhas /
somut birer görünüşleri olan varlıkları görmekle bir derece anlamak mümkün.

     Tabii bu anlamaksa
şayet!

   – Aslında:

     Allahı anlamamak;
anlamanın ta kendisi ne kelime,

     Çünkü geçmez bu
konuda başka ne söylense elime!

   – Allah değil ama,
Allahtan olan ruhumuzu da baş gözüyle göremiyoruz!

     Bundan ötürü hâşâ
Allahı yok mu saymalıyız?

     Ruhu sadece ete
kemiğe bürünmüş olarak; onun libasını / giysisini görüyor;

     Zâtına asla
muttali olamıyor, bir anlam veremiyoruz! Bu durumda onu inkâr mı etmeliyiz?

     Evet, ruh Allahtan
olup, keyfiyetine ve nasıl oluştuğuna akıl sır erdiremiyoruz!

     Çünkü ruh; Allah
değil ama Allahtan. Allahın zâtına yol bulamadığımız gibi,

     Ruhun zatına, aslına
da yol yok! Mahiyeti meçhul diye varlığı malûm değil diyebilir miyiz?

  – Elektriğin de
bizzat kendisini göremiyor;

     Isı ve ışık olarak
tazahür ve zuhuruna şahit ve tanık olabiliyoruz.

     Buzdolabını,
çamaşır makinesini, bazı âletleri çalıştırdığını biliyor ve görüyoruz;

     Fakat kendisine ve
aslına yol bulamıyoruz.

     Mesela elektrik
taşıyan çıplak bir telde onu göremediğimiz gibi,

     Onu anlamak için,
tele dokunduğumuzda,

     Buna müsaade
etmiyerek elektrik akımına kapılıp bizi hayatımızdan etmesi an mes’elesi.

   – Demek ki, bir
şeyin mahiyetini, içyüzünü bilmemek; varlığını inkârını gerektirmiyor.

     Nitekim hepimiz
tahayyül ediyor / hayal kuruyor, tasavvur ediyor, taakkul ediyor / aklediyor,

     Tefekkür ediyor /
düşünüyoruz; fakat bunları nasıl gerçekleştirdiğimizin künhüne vakıf değiliz.

     Bu zaten bizce
mümkün ve olası değil!

   – Aslında bütün
bunları istediğimiz zaman yaratan Allah!

     Biz istiyor O
yaratıyor. Tabii cüz’-i irademizi kullandığımız

     Ve gereken alt
yapıları yerine getirdiğiz takdirde, Allah isterse isteğimizi yerine getiriyor.

     İsterse dedik,
çünkü Allahın bir şeyi yaratmasında, kaderin de,

     Bizim bilmediğimiz
dahli ve rolü var. Biz her zaman,

     Gerekenleri yerine
getirmekle mükellef ve yükümlüyüz.

     Neticenin
hakkımızda, hayır mı şer mi olduğunu ancak Allah bildiği için,

     Sonucu her hâl ü
kârda tabii karşılamalı, olumlu bulmalı, takdire rıza göstermeliyiz.

   – Ma’na / anlamak
kelimesini hepimiz biliriz.

     Bir yazıyı ilk
defada, anlaşılması zor ise, tekrar tekrar okuduktan sonra anlarız.

     Bir hususu,
üzerinde kafa yorduğumuz takdirde

     Ve üzerinde iyice
düşündüğümüz zaman, anlar hâle gelir; mânâsına ereriz.

     Gerekeni yaptıktan
sonra, Allah bizim anlamamızı sağlar.

     Anladım deriz.
Anladığımızı biliriz.

     Ama anlamanın
nasıl gerçekleştiğine akıl sır erdiremeyiz.

     Çünkü bize düşeni
yaptıktan sonra, neticeyi sağlamak;

     Ancak Allahın
anlamamızı yaratması ile mümkün olmuştur.

  – Çünkü ma’na /
anlamak kelimesi, inayet kelimesinden gelir.

     İnayet ise yardım
demektir.

     Yani gerekeni
yaptığımız zaman, Allah bize inayet / yardım ediyor ve anlamamızı sağlıyor.

     Nitekim
anladığımızı bilir, fakat nasıl anladığımızı anlayamayız.

  – Çünkü yaratmak,
oldurmak Allaha has ve sadece O’na münhasır / O’na ait

     İlahî bir sır ve
hususdur. Bunun için, ne kadar şükretsek azdır.

Önceki İçerikBizmişiz Enayisi Bu Dünyanın!
Sonraki İçerikZahid Bizi Tan eyleme
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.