Görmemek olmamaya delil teşkil etmez.
Mikropları çıplak gözle göremiyoruz. Mikroskop icat edilmeseydi, onları inkâr
etmeye belki de devam edecektik. İçtiğimiz bir bardak suda oynaşan sayısız
mikrobik canlılar kaynaşmaktadır. Bunu ilmen biliyor, fakat onları göremiyoruz.
Eğer görseydik o suyu içmekte zorlanırdık. Bu durumda göremeyişimiz bir lütuf.
Keza soluduğumuz hava içinde bile, nice sayısız, görünmez varlıklar cirit
atıyor. Şayet onları görmemiz mümkün olsaydı; nefes almak bizler için âdeta
işkence olmaz mıydı? Ruhu ve aklı göremiyoruz ama var olduklarını bilyoruz.
Fakat mahiyet ve içyüzlerine akıl erdiremiyoruz. Demek ki, bir şeyin mahiyetini
bilmemek, varlığını inkâr etmeyi gerektirmiyor. Hiç incir ağacı görmemiş
birine, toplu iğnenin başı kadar olan çekirdeğini göstererek; “Toprağa
ekildiğinde, bir müddet sonra bunun içinden 20-30 metre yüksekliğinde, 10-15
metre genişliğinde yer kaplayan sayısız dal, budak ve yaprakları ortaya çıkar. Üstelik dallarından
sarkan çok nefis, bal gibi binlerce tatlı meyvalarını bizlere sunar.”
dediğimizde, “Daha neler, atma birader, olacak şey mi bu?” diye inanmazlığını
dile getireceği şüphesizdir. Akan kanda alyuvarları da göremiyoruz, inkâr mı
edelim? Düşünce ve mânâları göremeyişimiz; onların yokluğuna delil olabilir mi?
Melekleri, ruhanîleri, cinleri ve daha isimlerini bile bilmediğimiz nice
varlıklar var ki göremiyoruz. Demek ki görmeyişimiz onların varlıklarını
reddetmeyi gerektirmiyor. Kaldı ki, her şeyi göremiyen baş gözümüzden başka;
akıl, kalb, gönül, basiret ve ilim gözü gibi nice gözler vardır. Velhasıl
varlık görünenden ibaret değildir. Çünkü baş gözünün görmediğini, kalb ve basiret
gözünün gördüğü çok şeyler var ki, saymakla bitmez. Evet basar / baş gözü / dış
gözü; görünen şehadet / görünür madde âlemini görürken; basîret / iç gözü ise
manevî âlemi görür. Evet “Ben gördüğüme inanırım!” diyenler; aslında mânen kör
olduklarını da, dile getirmiş oluyorlar.
x
Bir ağaçtır bu âlem
Meyvesi olmuş Âdem
Maksut olan meyvedir
Sanma kim ağaç ola
(Gaybî Sun’ullah)
Evet insan, âlemin özü ve özetidir. Kâinat
ağacının meyvasıdır.
Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının
üzerinde topluca tecellî ettiği, göründüğü yegâne varlıktır.
Evet insanın şerefi öyle yüksektir ki,
Kâinat / Evren; ona hizmet için yaratılmıştır.
Yani kâinat insan için, insan ise bizzat
Allah’ın kendisi için yaratılmıştır.
Tüm kâinatın insanın emrine ve işlerine
sunulması;
İnsanın Allah katındaki kıymet ve
değerinin; ne kadar yüksek olduğunun bir göstergesidir.
Çünkü her varlık, Allah’ın bir adının ve
sıfatının mazharı / zuhur ettiği, göründüğü yer iken,
İnsan ise, Allah’ın bütün sıfatlarını
üstünde taşıyan, onları gösteren,
Kendisinden; bu isim ve sıfatlarla
boyanması istenen, tek, gözde bir varlıktır.
Allah’ın zâtı ve varlığı ise, vâcip /
lüzumlu, gerekli ve olmazsa olmazdır.
Kadîm / başlangıçsız olup ezelîdir.
Çoğalmaz, eksilmez, bölünmez ve asla
değişmez.
Maddeyle uzaktan yakından alâkası
bulunmayan, mutlak / kayıtsız kuyudsuz bir vücut sahibidir.
Her türlü kayıt ve kuyuttan / bağ ve
bağlantıdan münezzeh ve uzaktır,
Bunlarla hiçbir alâkası yoktur, olamaz da.
Küçük büyük her şey, canlı cansız tüm
mahlûkât / yaratılmışlar;
O’nun zâtına değil fakat isim ve
sıfatlarına âyinelik
Yani aynalık göreviyle mükellef ve
yükümlüdürler.
Allah’a yol bulmak ise, ilme’l-yakîn /
bilmek, ayne’l-yakîn / görmek ve hakka’l-yakîn /olmak
Gibi, merhale ve aşamalardan geçmeye
bağlıdır.