– Kesbî / normal
tahsil / eğitim yollarından geçerek âlim olanlardan malûmat; kesbî âlim
oldukları halde, ayrıca ilhama mazhar olan âlimlerden ise prensip ve düstur
edinir. Yani nasıl bir yol ve metot tatbik edeceğimizi öğreniriz. Çünkü mâlûmat
ilim değildir. Zira kesbî âlimin bildikleri doğrudur fakat bunu yerine
oturtamayabilir. Bunun için, bilgisinden yararlanabilmekle beraber, o bilgiyi
yanlış olarak değerlendirebilir, yerinde kullanamayabiliriz! Çünkü bilmek
kolay, bilgiyi yerinde kullanmak zordur. Çünkü zâtında doğru olan bir şey; muktezayı
hâle binaen yanlış olabilir. Evet kesbî âlimden malumat, Allah’ın ilhamına
mazhar olan vehbî / Allah vergisi ilme sahip olandan ise düstur, prensip;
kısaca yol ve yordam öğrenmiş oluruz. Aksi takdirde Hadiste geçtiği üzere
mealen: “Asrın imamını / önder ve bilginini tanımadan ölen, cahiliye ölümüyle
ölmüş gibidir.” Yani yine mümin ve müslimdir ama dünya işlerinde basiretsizdir.
x
– “Ve men lem
yahküm bima enzele’llahü fe ülaikehümü’l-kafirun.” (Maide: 44) “Her kim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” Bu
âyete sathî / yüzeysel baktığımızda, namaz Allahın hükmü olduğu için,
kılmayanlar kâfir! Oruç Allah’ın emri olduğu için, tutmayanlar kâfir! Bu
durumda ortada müslüman diye kimse kalmaz! Bundan anlaşılıyor ki, Allahın
hükmünü yerine getirmeyen değil, Allahın hükmüne inanmayıp inkâr eden kâfir
olur. Allahın hükmünü yerine getirmeyen günahkâr olur. Çünkü İslâm fıkhına /
hukukuna göre, müslüman Allah’ın hükmünü kabul eder, fakat onu yerine
getirmezse günahkâr olur. Velhasıl Müslümanın kâfir olması, ancak hükmü inkâr
etmesiyle gerçekleşir.
x
– Kur’an okuyup
da mânâsını bilmeyenler kınanıyor! Elbette okuduğu Kur’an’ın anlamını da bilmek
nur üstüne nurdur. Hemen belirteyim ki, Kur’an’ı yüzünden okumak Arapça bilmek
demek değildir. Arapça bilmek tabii ki çok güzel. Fakat bu o kadar kolay değil.
Türkçe okumayı bilen biri, eline Elif-Ba’yı alarak bir iki hafta içinde Kur’anı
yüzünden okur hâle gelebilir. Tabii Kur’anı güzel okumayı sağlayan Tecvîd’i
bilmek ayrı bir husus. Bir bakıma okumanın cilası. Kur’an okumak güzelse,
tecvidi öğrenmiş olarak okumak, şüphesiz daha güzel bir husus. Fakat bu
eksiklik Kur’an okumaya engel teşkil etmemeli. Kur’an öyle mukaddes, müessir ve
kalblere etkili bir kutsal kitaptır ki, mânası bilinmese bile okunmasında;
insana, ifade edemeyeceği manevî hazlara garkedici, sanki sihirli bir havayı
teneffüs ettiriyor. Tıpkı musikî bilmeyişimiz, müzikten zevk almamıza engel
olmadığı gibi. Tıpkı ressam olmayışımız, güzel bir resmi seyretmekten bizi
alıkoyamıyacağı gibi. Tıpkı satın aldıklarımızın, bizim yapmadığımız şeyler
oldukları gibi.
x
– Eğitimde
“Nasıllar” öğretiliyor. “Niçinler” üstünde durulmuyor “Nasıl?” maddeyi,
görüneni açıklıyor. “Niçin?” ise mes’elenin ruhunu, mânâsını, hikmetini izah
etmeye çalışıyor. Biri maddî, diğeri manevî gözümüzü açıyor. Oysa “Nasıl?” a
cevap bizi malumat, “Niçin?” e cevap ise bizi ilim sahibi kılar.
x
– Sene sonu
gelmeden önce, öğrenciler sene içinde aldıkları zayıf notlardan ötürü sınıfta
bırakılsalar; sınıflarda sene içinde hiç talebe kalmaz! Yüce Allah her hatâ,
her yanlış, her günahtan dolayı, kulunu hemen cezalandırsa, defterini dürse;
dünyada insan kalmaz! Bunun içindir ki, Yüce Allah ihmal etmez / ilgisiz
kalmaz. İmhal eder / müddet tanır. Zaman verir. Kulun pişman olmasını, tövbe
etmesini ve kendine gelmesini bekler. Yani ihmal etmez, imhal eder.
x
– Eğer bir Kıyamet kopmaz, ebedî / sonsuz bir mükâfat / güzel
karşılık ve mücazat / cezalandırma kapısı açılmaz; herkesin yaptığı iyilik ve
kötülükler karşılıksız kalırsa; ebedî saadet ve mutluluk olmazsa nizam ve
düzen; mânâsızlığın boş ve zayıf bir suretinden ibaret kalır. Bütün maneviyat /
mânâ âlemine, his ve inanca ait şeyler boşa gider. Anlamsızlaşır. Nispet, kıyas
ve ölçülerin bir kıymeti, değeri ve hükmü kalmaz.