2020’de Korona Küresel Korkutmasyonu ile
başlayan ve 2040-2050’lere kadar
benzer efektlerle sürmesini beklediğimiz çağ dilimine şimdiden Felâketler Çağı adlandırması yapsak
nasıl olur? Ve ‘depremle yaşamayı
öğrenmek’ repliğinde olduğu gibi felâketlerle beraber, felâketlerle içiçe
yaşamayı öğrenme vaziyetine el versek?
Yoksa her hadisede “Çaresiz kalmışım, gözlerim şaşkın” pozu vermeye devam mı edeceğiz?
Oysa her felâket bir umuda çağrıdır ve aynı zamanda her felâket başka
bir felâketi çağırır. İster Ahmet Arif’in “Yangınlar / Kahpe fakları
/ Korku çığları / Ve irin selleri” şiiri üzerinden git,
ister Tahir Paker’in “Dertler derya
olmuş, ben de bir sandal” şarkı sözünde eğleş.
Daha evvel ‘karakterin kaderindir’ demiştik. Yani olaylara bakışın ve algın
kişisel hikâyeni belirler. Kezâ ‘millî
zihniyet’ ya da ‘toplumsal karakter’
diyebileceğimiz milletçe alışkanlıklarımız, toplumsal algılarımız, olaylara
genel bakış ve yaklaşım tarzımız da halkımızın kaderini tâyin eder. Ve kişisel gelişim denilen karakter değişimi, toplumsal tekâmül denilen zihniyet
değişimi oldukça zordur.
Neil Smith, 15 yıl önce yazdığı “Doğal Âfet Diye Bir Şey Yoktur”
makalesinde doğal (olağanüstü) gibi
görülen âfetlerin ve felâketlerin aslında olağan
(doğal üstü) âfetler ve felaketler olduğunu belirtir. Ve âfetlerin/felâketlerin
izlerinin tamirinin âfetleri/felâketleri daha da derinleştirdiğini savunur. Yani
zamanla bir âfet döngüsü, felâketler sarmalı oluştuğunu demeye
getiriyor.
Sel-taşkın, yangın, salgın, deprem-heyelan,
göç-göçmen, kriz-buhran, yokluk-yoksulluk, açlık-susuzluk, kuraklık-kıtlık,
garbaj-müsilaj, tekno obezite, sosyal afazi, şizo egoizm, şiddetokrasi; ve
sâire vesâir.. Kaç Buzul Çağı sonrasında kendi
Buzul Çağı Sonramızı oluştururken 7.8
milyarlık dünya nüfusumuzun ne kadarı yol
zayiatı olarak gözden çıkarılabilir? Güneşe
vergi mi, insan hacklenmesi mi: Hangisine
‘kesinlikle olmaz’ diyebiliyoruz?
Ama bana sorarsanız en büyük felâket
insan zihninin potansiyelidir; isterse felâket
makinası gibi çalışabilir, isterse merhamet
mekanizması gibi işleyebilir. Eğer istemlerimiz bize aitse.. Ne diyor
Furkan 43: “Arzularını ilâh edineni /
Egosunu tanrılaştıranı / İlkel güdülerine-dürtülerine tapınanı
gördün mü?”
Sokakta herkes soruyor; n’oluyoruz, nere
gidiyoruz? Yüreğinin Götürdüğü Yere Git
gibi pop kitaplar yerine ‘zihniyetimizin
götürdüğü yere sürükleniyoruz’ diyoruz ve “Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi” şiirini/şarkısını öneriyoruz,
belki ondan sonra ilkeler yahut değerler üzerine yeni bir yaşam bina
edebiliriz diye. Eskisi bizi tamamen tükettikten sonra..
Öbür dünyaya herkes eğer kendi ateşini yani
kendi cennetini ve kendi cehennemini yanında götürüyorsa ayvayı
yedik; biraz etrafımıza baktıkça nereye gideceğimizi kestirebiliriz
aslında. Ki “Memleketin başındaki en büyük belâ nedir?” deseler; “Git Ali’ye
söyle, Muaviye dişi deveye bile erkek deyince aynen tekrarlayan binlerce
taraftarı var!” anlayışının anayasa olmasıdır derim. Kur’an “Bu topluluğa ne oluyor ki hiçbir sözü
anlamaya yanaşmıyorlar!” (Nisa 78) diyor, biz “Söz konusu menfaatse gerisi teferruattır” demeye devam ediyoruz.
2023 için Süper Güçlük düşleri kuruyorduk, şimdi
başka felâketler görmeden tek parça
girelim yeter düşüncesindeyiz. Şiddet
siyaseti ve göç ticareti yarın ‘Allah
muhafaza’ diyeceğimiz bir iç kavgaya dönerse hepimiz suçluyuz; susan,
konuşmayan, sorumluluk almayan, pasif kalan, suçu başkalarına atan,
vurdumduymaz olan, yolunu bulmaya bakan, çıkar endeksli takılan, ‘iyi’lik
ölçüsü kendisi ve keyfîliği olan…
Değişmeliyiz ama Değişemeyiz.
Değiştirmeliyiz ama Değiştiremeyiz. Ben değişmiyeyim
ama herşey değişsin. Değiş, Değmeyiş.. Değer, Değmez..
Musibetlerin vereceği en büyük nasihat felâketler dayanışması olsa gerek.