“5. Dünya Su Forumu için İstanbul’a gelen Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, ,,,Nur Batur’a şu açıklamalarda bulundu: ‘Cumhurbaşkanı Turgut Özal, benden ve Barzani’den Musul’u istedi. Biz de ona, ‘Kürtlerin özerkliğini kabul etmeye hazırsanız düşünmeye hazırız’ dedik. Özal Türk – Kürt federasyonu fikrini açıkça da ortaya atmıştı aslında. Özal, Türkiye için de federasyona inanıyordu. Ama Almanya gibi bir federasyon düşünüyordu. Etnik kimliğine dayanan bir federasyon değil. Özal’ın ölümü hem Türk halkı hem de bütün dünyadaki Kürtler için büyük kayıp oldu.” (Yeniçağ, 18 Mart 2009, s.9)
Bu haber bana senelerce önce okuduğum bir gazete haberini hatırlattı: Hatırladığım kadarıyla, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldükten sonra, gazetenin birinde, alıntı bir haber okumuştum. Londra’da Arapça olarak yayımlanan bir gazeteden -El Hayat olabilir- iktibas edilen haberde: Abdullah Öcalan ve Talabani veya Barzani’nin şu demeçleri yer alıyordu. “Biz Turgut Özal’ın öldüğü gecenin sabahında, Özal’dan bir mesaj bekliyorduk. Öldü haberiyle şok olduk.”
Celal Talabani’nin günümüzdeki açıklaması; yıllar önceki gazete haberini doğruluyor ve doğrusu bizleri de, o nispette acı acı düşündürüyor.
X
“Tarlanızda kullandığınız suyun başına bir sayaç yerleştirmişler, metreküp başına para ödüyorsunuz. Kime mi? ‘Küresel sermaye’ dedikleri, aslında hiç de küresel olmayan iki buçuk milletin yönettiği dev şirketlere!
“İşte Türkiye’nin suları için plânlanan budur!
“Güney Amerika ülkelerinde bunu yaptılar! Şimdi sıra Türkiye’de!
“Türkiye’nin su kaynaklarını özelleştirmek istiyorlar…
“Hizmet-İş Başkanı Mahmut Arslan: ‘Dünya Bankası 1990’dan beri verdiği su yatırım kredilerinin yüzde 70’ini özelleştirme şartına bağlıyor.’
“Arslan’a göre Marmara Bölgesindeki yer altı sularının, neredeyse tamamına yakını çok uluslu şirketler tarafından ele geçirildi. Bazı belediyeler, suyu 30 – 40 yıllığına özel sektöre devrediyor.
“Bilindiği gibi Avrupa Birliği Son Katılım Müzakereleri Çerçeve Belgesi’nde, Fırat ve Dicle suları havzasının, aralarında İsrail’in de bulunduğu uluslar arası bir konsorsiyum tarafından yönetilmesi isteniyordu!
“Eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, GAP’ta, sulama projelerinin senelerdir İsrail, ABD ve AB ülkeleri tarafından engellendiğini açıklamıştı.
“Gökalp ‘Fırat ve Dicle’nin toplandığı suların havzası sadece Şanlıurfa veya Mardin’le sınırlı değildir. Kuzeyde Erzurum Palandöken Dağı’na kadar uzanır bu sınır. ‘Suların idaresi’ ne demek? Bu, Palandöken’den itibaren, idareyi onların eline vermektir. Ayrıca bu konsorsiyumda İsrail’in işi ne? Bu ülke Avrupa Birliği’nde midir? Belli ki ABD’nin AB’ye baskısıyla bu şart Türkiye’ye dayatılmaktadır. Bu şart asla kabul edilemez’ demişti.
“Zaten ABD’nin yayınladığı, Büyük Kürdistan haritaları, su havzamızı da içine alıyor.” (Arslan Bulut, Yeniçağ, 17 Mart 2009 s.11)
İsmail Habib Sevük’ün ta 1930’larda yazdığı ‘Edebî Yeniliğimiz’ adlı eserinde geçtiğini tahmin ettiğim şu tespitini hatırlamanın tam zamanıdır. Aşağı yukarı şöyle idi: “Bir ülkeyi fethetmenin / ele geçirmenin en iyi, en kolay ve en ucuz yolu; öncelikle o ülke insanlarının kafalarının içini fethetmekten geçer. Çünkü kafalarının içi ele geçirilmiş insanların topraklarını elde etmek işten bile değildir.”
3106
Demek ki, günümüzde bir ülkeyi fetih; artık o ülke topraklarına girmekten ziyade, o ülke insanlarını; kendimiz gibi düşündürtmekten geçiyor. Yani o ülke insanlarının aydınları, düşünür ve idarecileri bizim gibi düşünüyor, yaptıklarımızı yapıyor, istediklerimizi yerine getiriyor, yetkimizi yetkileri, tasarrufumuzu tasarrufları biliyor, her dediğimize evet diyor ve hattâ adâletimizi, kendi adâletlerinin üstünde görüyorlarsa, hele bir de -özellikle- millî müesseselerinin yüzde elli birini bize satmışlar ise, artık o ülkeyi fiilen işgale lüzum kalır mı?
O ülke aslında bizim sayılmaz mı?
İşte bugün dünyada olup biten budur. Kaleyi içten fethetmek. Sûreta bağımsız ülkeleri; kendi aleyhinde olan manevî, hukukî ve ticarî ilişkilerle kendimize kıskıvrak bağlamak! Onu kıpırdayamaz bir hale sokmaktır.
Nitekim küresel kriz; işte bu doymak bilmeyen küresel dev şirketlerin; kitlelerin tabiî olan haklarını, kendi menfaatleri için, ortadan silip süpürmek ve onların meşru haklarını, dünya yüzünden kürelemek isteyişleri yüzünden çıkmıştır.
Fakat bu, uluslar üstündeki uluslararası sülük hükmünde olan dev kuruluşlar; eştikleri kuyuya düşecekler; el mi yaman bey mi yaman, yakında görecekler ve bir daha eskisi gibi toparlanamayacaklar.