Padişahlarımızı çocukluklarından itibaren devlet yönetmeye hazırlanan kişiler olarak biliriz. Bu yanlış değildir. Fakat onların tek ilgi alanının devlet yönetmek olmadığını da biliyoruz. Farklı alanlara da ilgi duymuş, içinde yer almış ve desteklemişlerdir. Bu da, Osmanlı’yı Osmanlı yapan önemli etkenlerden biri olmuştur.
Devlet yöneticiliği ve komutanlıklarıyla tanıdığımız birçok Osmanlı padişahının sanatçı yönleri ve ilgi alanları vardı.
Örnek vermek gerekirse; Yavuz Sultan Selim usta bir kuyumcu ve şairdi. Türkçe şiirlerin yanında Farsça bir divanı da vardır. Bu divan Almanya’da basılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, ‘Muhibbî’ mahlasıyla divan şiiri yazdı. Sultan I. Abdülaziz, şair ve bestekârdı. Ayrıca resime de çok kabiliyetliydi. II. Abdülhamit, kakma ve süsleme işlerinde mahir, usta bir marangozdu.
Yazımıza asıl konu olan Fatih Sultan Mehmet ise, İstanbul fatihi olduğu için batılı araştırmacıların da oldukça dikkatini çekmiştir. Bahçıvanlıktan hoşlandığını ve ok yüzükleri, kemer tokaları ve kılıç kınları yaptığını biliyoruz. Avnî mahlasıyla da şiir yazmıştır.
Karikatür denemeleri
Fakat, Fatih Sultan Mehmet’in karikatür çizdiğini acaba kaç tarihsever bilmektedir?
Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanesinde Fatih Sultan Mehmet’e ait bir defter var. Defteri Sultan II. Abdülhamit Han bulmuş ve büyük ihtiram göstererek ciltlettirip Yıldız Sarayı kütüphanesine koydurmuştur.
Bu defter, şehzade II. Mehmet’in yani Fatih Sultan Mehmet’in gençlik yıllarında kullandığı karalama defteridir. 180 sayfadır. Yıldız Sarayı’nda kurulan Zülvecheyn Kütüphanesi’ndeki cilthanede ciltenmiştir. Kırmızı deri üzerine kaplı defterde mürekkebin dağılmaması için aharlı kağıt kullanılmıştır. Kimi yapraklarında filigran mühürler bulunmaktadır.
Defter besmele ile başlıyor. Sonrasında ise “Mehmed bin Murad Han” ibareli tuğra denemeleri, Arapça, Farsça, Grek alfabeleriyle yazı denemeleri ve portre çizimleri var. Çizimlerin kimi yerinde ince uçlu kamış kalem, kimi yerinde de fırça kullanılmış.
Fakat ilginçtir, Topkapı Sarayı yetkililerinin verdikleri bilgiye göre defter bugüne kadar çok fazla bilim adamının dikkatini çekmemiştir. Sadece bir dönem sanat tarihçisi Ord.Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ilgilenmiş ve konuyla ilgili olarak “Fatih’in Defteri” isminde bir kitap yazmıştır.
Kendisiyle yapılan bir ropörtajda Prof. Dr. İskender Pala ise, Saray Hazinesi’nde yer alan bu defterin bilim adamları tarafından incelenmesi gerektiğini vurguluyor. “Kriminoloji laboratuvarlarında bu çizimler incelenirse Fatih’in kişiliğindeki ayrıntılara varabiliriz..” diyen Pala, “Karakter tahlili ile çok farklı yönleri ortaya çıkabilir. Portre çizimlerinde ne anlatmak istemiş. Bu önemli bir konu. Tarihsel anlamda da önemli sonuçlar elde edilebilir.” diyor. Fatih Sultan Mehmed’in “Ben bir dünya devleti kuracağım. Surlarını sanatla öreceğim!” sözlerini de hatırlatan Pala, “Bu çağrı da onun gerçekten kültür sanat değerlerine çok önem verdiğinin bir göstergesi. Onun hayallerini yansıttığı bir eskiz çalışması olan bu defter de mutlaka incelenmeli.” diyor.
Gözlem gücü
Defterde at, kuş, yaprak ve insan yüzü çizimleri var. Karikatürcü gözüyle defteri incelediğimizde günümüzdeki karikatür çizim tekniklerine çok benzer olduklarını görüyoruz. Çizgiler abartılı. Yüz ifadeleri donuk değil. Sevgi, öfke ve hayret mimikleri çizgilere yansıtılmış.
Portreleri çizilen kişilerin kimler olduğu hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Fakat bu çizimlerden Şehzade Mehmet’in insanları gözlemleme yönünün ve yeteneğinin çok kuvvetli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aslında bu gözlemleme konusu her karikatürcüde olması gereken bir özelliktir. Fakat maalesef günümüzde özellikle karikatüre yeni başlayan gençlerde bu özelliğin fazla olmadığını görüyoruz. Karikatüre başlar başlamaz dergilerdeki tiplemeleri taklit ediyorlar. Belli bir yere kadar bu taklit etmeler normaldir. Fakat çevrelerindeki insanları gözlemlemeyip sürekli dergilerdeki tiplemeler üzerinden çizimlerini geliştirmeye çalıştıklarında, belli bir süre sonra yeni tipler çizmekte zorlanmaya başlıyorlar. Toplumdan soyutlanmış, insanları ancak dergilerdeki tiplere göre kategorize edebilen, gözlem ve düşünce tembeli insanlar haline geliyorlar.
Şehzade Mehmet’in çizgi tekniğinde de acemi olmadığı görülüyor. Çizgilerinde titreme yok. Kendinden emin çizgiler. Hele ki bu çizimleri ince uçlu kamış kalemle yapmak bilek hareketlerindeki kıvraklığın göstergesi.
Defterdeki çizimlerden başka şu anda bildiğimiz başka çizimleri yok. Fakat bahsettiğimiz defterdeki çizimleri incelediğimizde kendisinin daha önce de benzer çizimler yaptığını anlayabiliyoruz. Çünkü çizgileriyle bu seviyeye gelmiş birinin daha önce çeşitlli karalamalar ve çizgi çalışmaları yapması gerekiyor. Yani defterdeki çizgiler ilk defa çizim yapan birinin çizgileri değil. Belli bir seviyede ve ustalıkta olan çizgiler.
Portre karikatürler
Fatih Sultan Mehmet’in karikatüristliğini irdelerken, günümüzdeki karikatür tanımıyla yorumlamak yanlış olur. Günümüzdeki karikatür anlayışındaki gibi çizimlerinde bir konu veya espiri yok. Daha çok karikatürün bir dalı olan portre karikatür dalına yakın çizgilerdir.
Defterdeki çizimleri incelerken Fatih’in yaşadığı dönemi aklımızda tutarak incelemeliyiz. Bahsettiğimiz dönem Fatih’in gençlik yılları. 1400’lü yıllar. Bu yıllarda günümüzdeki gibi bir karikatür anlayışı yok. O yıllarda Osmanlı’da resim denilebilecek sadece minyatür sanatı var. Minyatür sanatıyla karikatür sanatı çizim teknikleri yönünden çok farklı dallardır.
O dönemde Avrupa’da resim sanatı çok ileri düzeydedir. Belki Şehzade Mehmet bir şekilde Avrupa’daki ressamların resimlerini görmüş ve etkilenmiş olabilir. Çünkü Fatih Avrupa’yı çok yakından takip eden biriydi. Takip ettiği konular arasında Avrupa’daki sanat etkinliklerinin de olması kuvvetle muhtemeldir.
Belki akla “Fatih’in gençlik yıllarında çizdiği bu çizimler belli bir dönem heves kabilinde, bilinçli olmayan karalamalardır. Bu çizimlere bakarak Fatih’in resme ilgisi olduğunun söylenmesi doğru değildir.” şeklinde bir düşünce gelebilir.
Fakat Fatih’in hayatına bütün olarak baktığımızda bu iddianın yerinde olmadığını görürüz. Çünkü resim sanatına olan ilgisi gençlik yıllarına ait olsaydı, vefatından bir sene önce Venedikli ressam Gentile Bellini’ye resmini yaptırmazdı. Bellini’nin ünlü Fatih tablosunun sağ alt köşesinde Latin harfleriyle 25 Kasım 1480 tarihinin atıldığını görürüz. Fatih’in vefat tarihi ise 1481’dir.
Venedik ile 16 yıl süren savaştan sonra 1479’da barış antlaşması yapıldı. Antlaşmadan sonra aynı yıl Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’a gönderilmek üzere Venediklilerden “usta” bir ressam istedi. Osmanlı ile arasını düzeltmek için iyi bir fırsat yakalamış olan Venedikliler, 53 yaşındaki dönemin önemli ressamlarından Gentile Bellini’yi İstanbul’a göndermeye karar verdi.
1479 Eylül ayının sonlarında İstanbul’a gelen Bellini’ye Fatih Sultan Mehmet önce bazı saray görevlilerinin resimlerini yaptırır. Ayrıca Fatih’in ressama bazı modeller gönderdiği ve önce çizime sonra da modele bakarak ressama ihsanlarda bulunduğu da anlatılır. Bellini, bu uygulama çerçevesinde meczup bir dervişi de resmetmiştir. Topkapı Sarayı’nın bazı duvarlarının resimlenmesi görevi de Bellini’ye verilmişti.
Bellini, tablosunda Fatih’i gayet gerçekçi bir biçimde resmetmiştir. Fatih’in hafif yana dönük ince yüzü, karakteristik burnu, özenle tıraş edilmiş bıyık ve sakalı, sakin bakışları resimde dikkat çekici bir şekilde ustalıkla resmedilmiştir. Tablo, padişahın azametini etkileyici bir üslubla yansıtır. Sade giysiler içinde profilden yapılmış bu portrenin sağında ve solunda üç taç yer alır. Bu üç taç, Fatih’in sona erdirdiği üç büyük devleti, yani Bizans’ı, Trabzon Rum İmparatorluğu’nu ve Karamanoğulları Beyliği’ni simgeler.
Sanat anlayışı ve devlet
Resmini çok beğenen Fatih Bellini’ye çeşitli ihsanlarda bulunur. Ayrıca saraydan Nakkaş Sinan Bey’i de İstanbul’dan İtalya’ya gönderir. Sinan Bey, İtalya’da çağın ustalarından Maestro Paola’nun yanında çalışır. Sinan Bey’in batı resmi etkisi altında kaldığını gösteren Fatih’in güllü portresini, bu geziden döndükten sonra yaptığı söyleniyor.
Fatih’in resim sanatına olan ilgisi hakkındaki bu bilgiler kendisini tanımada sadece bir dipnottur. Daha birçok özelliğe sahip. Okumayı ve araştırmayı çok seven biriydi. Yedi yabancı dil bilirdi. Tarih ilmine çok meraklıydı. Bilime büyük önem verir, yabancı ülkelerdeki bilim adamlarını davet ederdi. Mühendislik bilgileri ileri düzeydeydi. Askeri ve siyasi bir deha idi. Cesaretli olduğu kadar merhametliydi. Alim ve dindardı. Tasavvuf büyüklerine son derece hürmet gösterirdi. Vefatından sonra cenaze namazını Muhyiddin Şeyh Vefa Hazretleri kıldırmıştır.
Fatih Sultan Mehmet hakkında günümüzde hâlâ yerli ve yabancı tarihçiler kalın hacimli eserler yazmaya devam etmektedirler.
Bütün bu yazdıklarımızın gayesi, geçmişi yad edip onlar iyiydi, kötüydü tartışmasına katılmak değil. Devran dönüyor ve biz bugünü yaşıyoruz. Fakat geleceğe adım atarken geçmişten bir şeyler de devşirelim istiyoruz.
Öyle ya, Osmanlı yeryüzünün sayılı güçlerinden biriydi. Fakat bu güç yalnızca kaba güce yaslanmıyordu. Fikir, sanat ve bilimi sahiplenme hem İstanbul’da hem Anadolu’da ince, zarif ve tatlı-sert bir Osmanlı toplumunu oluşturuyordu.
Bugün geri dönmemiz mümkün değil. Çünkü tarihin geri dönüşü yok, sonradan da Osmanlı olunmuyor. Fakat fikre, sanata önem vermenin bir toplumu tarihî yapma özelliği ise her zaman var. Belki magazin dünyadan sıyrılıp biraz bunu da düşünme imkanımız olur.