Fatih Altaylı’nın Tutuklanması 

26
Ruhittin Sönmez 1956 Bucak/ Burdur doğumludur. 1980’den itibaren Kocaeli’de yaşamaktadır. EĞİTİM: İlkokul, orta okul ve lise eğitimlerini Bucak’ta yaptı. 1973’te İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliğinden ve 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İŞ HAYATI: 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuvar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001’de 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 03.03.2010’den itibaren Serbest Avukat 2018’den itibaren Arabulucu SOSYAL FAALİYETLER: Yaklaşık 16 yıl Türk Sanat Müziği korolarında korist olarak çalıştı. (İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubu) 250 Mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi ve 7 yıl Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Ocak 2023’ten itibaren aynı programı noktaTV’de devam ettirmektedir. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada 2 gün köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.

Siyasetin Gölgesinde Yargı ve İfade Özgürlüğü

Son yıllarda Türkiye’de “yargı bağımsızlığı” kavramı sadece hukukçuların değil, artık sokaktaki vatandaşın da günlük siyasal tartışmalarında kullandığı bir terim haline geldi. Çünkü yargının verdiği kararlar artık sadece mahkeme salonlarını değil, sandık sonuçlarını, kamuoyunu ve hatta sosyal medyanın nabzını da belirliyor.

Geçtiğimiz günlerde gazeteci Fatih Altaylı’nın tutuklanması, bu bağlamda yalnızca bireysel bir yargı süreci değil, aynı zamanda Türkiye’de ifade özgürlüğünün, medya bağımsızlığının ve yargı güvencesinin ne durumda olduğunu gösteren kritik bir gösterge oldu.

Fatih Altaylı, gazetecilik kariyerinde birçok dönemden geçmiş, iktidarlara zaman zaman yakın durmuş, zaman zaman mesafesini korumuş bir figür. Ancak son dönemde özellikle YouTube üzerinden yaptığı yayınlar, onu geleneksel medya sınırlarının çok ötesine taşıdı.

Her gün yüz binlerce kişinin izlediği Altaylı, özellikle son videolarında Cumhurbaşkanlığı sisteminin keyfiliğe yol açabileceğine dair açık ve sert uyarılarda bulunuyordu. Anket sonuçlarına dayanarak halkın ömür boyu yetkiye karşı olduğunu dile getiriyor, tarihsel örneklerle halk iradesinin gücünü vurguluyordu.

Yargının Altaylı hakkında “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla başlattığı soruşturma, tam da bu sözlerin ardından geldi. Gerekçede özellikle videonun bir bölümünde padişahların halk tarafından alaşağı edildiği yönündeki tarihsel anlatı, bir tür dolaylı tehdit olarak yorumlandı. Oysa Altaylı’nın ifadesine bakıldığında, bu sözlerin şiddet çağrısı değil, halk iradesine yapılan bir tarihsel göndermeden ibaret olduğu açıkça görülüyor.

****************************************

Amaç Muhalif Sesleri Susturmak mı?

Fatih Altaylı’nın tutuklanmasında esas sorgulanması gereken şey, yargının bu kadar geniş yorumlara başvurmasının ardında hangi saiklerin yattığıdır. Eğer ortada gerçek bir tehdit olsaydı, bunu anlamak için sözlerin bağlamından koparılmasına gerek kalmazdı.

Oysa burada, tıpkı geçmişte Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” kelimesiyle yargılanması gibi, kelimelerin cımbızla seçilip siyasi anlamlar yüklenmesiyle karşı karşıyayız.

Yargı organlarının, özellikle iktidarın kritik dönemlerinde –örneğin seçim öncesi– belirli medya figürlerine yönelik cezai süreçler başlatması, sadece ifade özgürlüğüyle ilgili değil, aynı zamanda demokratik rekabetin doğasıyla da ilgili bir meseledir. Çünkü muhalif siyasetçiler susturulunca halk tepki gösterebiliyor, ama gazeteciler daha kolay hedef alınabiliyor. Böylece hem iktidar eleştirisinin ses düzeyi azaltılıyor hem de kamuoyunun yönlendirilmesi daha kolay hale geliyor.

Fatih Altaylı’nın tutuklanması, bir “bağımsız yargı kararı” olmaktan çok, kamuoyunda bir mesaj niteliği taşıyor: “Fazla konuşursan, bedel ödersin.”

Bu durum, sadece gazetecileri değil, akademisyenleri, sanatçıları ve hatta sıradan yurttaşları da otosansüre itiyor. Oysa ifade özgürlüğü, sadece herkesin hoşuna giden sözleri değil, rahatsız eden fikirleri de kapsar. Bu ilkeyi içselleştirememiş bir sistemde ne demokrasi ne hukuk devleti ayakta kalabilir.

Altaylı’nın videolarında rahatsız edici olan şey, söylediği sözlerin içeriğinden ziyade, ulaştığı izleyici sayısıdır. YouTube’da aylık 30 milyondan fazla izlenme alan, Türkiye’nin en çok izlenen gazetecisi haline gelen biri, iktidar açısından yalnızca bir yorumcu değil, kamuoyu üzerinde etkili bir aktöre dönüşmüştür. Ve maalesef Türkiye’de etkili olmak, çoğu zaman “tehlikeli” olmaktır.

Batı demokrasilerinde bir gazetecinin böylesi yorumları sebebiyle tutuklanması düşünülemez. Eleştirinin dozu, bağlamı, dili ne olursa olsun; eğer ortada açık bir şiddet çağrısı veya kamu düzenini tehdit eden somut bir unsur yoksa, yargı bu tür davalara karışmaz. Aksi takdirde hukuk, iktidarın muhalif avı aracına dönüştürülmüş olur.

Fatih Altaylı’nın yaşadığı bu süreç, sadece onun kişisel özgürlüğüyle ilgili değil, toplumun tamamının konuşma hakkı, sorgulama hakkı ve özgür düşünceye ulaşma hakkıyla ilgilidir.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Yargı, hukukun tarafsız terazisini mi tutuyor; yoksa iktidarın sopası mı oluyor?

Türkiye’nin geleceği, bu soruya nasıl cevap verdiğimizle doğrudan bağlantılıdır.

****************************************

Otosansür

Sansür, dıştan gelen bir müdahaledir: devlet ya da başka bir otorite tarafından içerik yayınına doğrudan engel konur. Otosansür ise kişinin kendi kendine sınır koymasıdır: cezalandırılma korkusuyla fikrini söylememesi, eleştiri yapmaktan kaçınmasıdır. Otosansürde kişi “görünmeyen bir ceza ihtimali” ile özgürlüğünden gönüllü vazgeçer. Bu durum, fikrin değil korkunun iktidarını tesis eder.

Otosansür, çoğu durumda doğrudan sansürden daha sinsi ve tehlikeli olabilir. Fatih Altaylı’nın tutuklanması gibi örnekler bu tehlikeyi derinleştirir.

Altaylı gibi tanınmış, deneyimli ve izleyici kitlesi büyük bir ismin cezalandırılması, çok daha geniş bir mesaj içerir: “O bile susturulabiliyorsa, sen hiç konuşma!”

Bu, sadece gazetecilere değil, akademisyenlere, sanatçılara, sosyal medya kullanıcılarına da sirayet eder.

Tutuklamalar, davalar ve medya hedef göstermeleri bir yandan susturmayı, bir yandan “otoritenin gücünü görün” mesajını vermeyi amaçlar. Bu psikolojik baskı, bireylerin düşünce üretme sürecini bile felce uğratır.

Demokrasi, ancak çoğulcu fikir ortamı varsa işler. Farklı görüşlerin açıkça dile getirilemediği bir ortamda toplum tek tipleşir.

Otosansür ortamında seçmen, yöneticilerin eksiklerini öğrenemez; hesap soramaz.

Eleştiriden kaçınan yazarlar, akademisyenler ve gazeteciler, toplumu bilgilendirmek yerine “dolanarak konuşma” alışkanlığı geliştirir.

Sonuçta sığ, cesaretsiz, etkisiz bir düşünsel iklim oluşur. Ülke; bilimde, sanatta, medyada geri kalır.

Otosansür yaygınlaştıkça kamuoyu gerçek bilgiye ulaşamaz, manipülasyon artar.

Bu bilgi eksikliği, iktidarların daha da sertleşmesine zemin hazırlar.

Sessizlik otoriterliğin oksijenidir.

Fatih Altaylı’nın tutuklanması doğrudan ifade özgürlüğüne yönelik bir darbe olduğu kadar, daha büyük bir tehdidin de işaretidir: sessizliğin kurumsallaşması.

Eğer toplum otosansürü kabullenirse, artık susturulmaya bile gerek kalmaz. Ve bu, bir ülkenin çöküşe en çok yaklaştığı andır.

NOT: Bu yazının tamamı ChatGPT adlı yapay zeka programı tarafından hazırlanmıştır. Bu tür eleştirileri yapan doğal zekalar tutuklanıyor. Bakalım yapay zekaya da ceza verilecek mi?

Önceki İçerikKırım Kongo Kanamalı Ateşi
Sonraki İçerikİsrail Terör Devletidir
İdris Türkten
İdris Türkten 1 12 1949 tarihinde Tokat/Artova da doğdu. İlkokulu Artova Gaziosmanpaşa ilkokulunda, Ortaokul ve Liseyi Turhal da okudu. Berlin Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünün 2. Sınıfından ayrıldı. Kocaeli Petkim Petro Kimya Fabrikasından emekli oldu. Ülkü Ocakları ve Milliyetçi Hareket Partisi teşkilatlarının her kademesinde görev yaptı. İYİ Parti Kocaeli İl kurucuları arasında bulundu ve İYİ Parti yönetim kurulunda bir dönem görev yaptı. Halen Kocaeli Aydınlar Ocağı İdari Sekreterliği görevini yürütmektedir. Editörlük ve güncel Köşe Yazarlığı yapmaktadır. Biri kız, iki erkek evladı var.