“Ezilenler özgürlüğe kavuşmaktan, ezenler ise ezme özgürlüğünü kaybetmekten korkar.”
Paulo Freire’nin (Ezilenlerin Pedogojisi kitabındaki) bu cümlesi ilk bakışta anlamsız gibi gelebilir. Tıpkı sosyal veya siyasi konularda bazı kişilerin veya grupların davranışlarının da bize anlamsız gediği gibi.
İşsiz, yoksul kesimlerin mevcut iktidara oy vermesini anlamakta güçlük çekiyoruz.
Maden faciasında 301 evladını kaybeden Soma’da iktidar partisinin oy kaybetmemesini yadırgıyoruz.
Şeker fabrikaları kapanan illerde, Suriyeli göçmen sayısının yerli sayısını geçtiği şehirlerde de benzer durumlarla karşılaşabiliyoruz.
Fındığı, pancarı, tütünü üretemediği için, hayvancılık yapamadığı için köylerden göçenlerin de mevcut ezilmişliklerine bir tepki, bir isyan duygusu içine girmediğini görüyoruz.
Meğer bu davranışların bir bilimsel açıklaması varmış.
Freire’nin mülksüzleştirilmişlerin “sessizlik kültürü” diye tanımladığı şeyi yaşıyoruz.
Freire, mülksüzleştirilmişlerin ekonomik, sosyal ve siyasi egemenliğin oluşturduğu ortamın birer ürünü olduğunu tespit etmiş.
Bu kitle gereken bilgi ve donanıma sahip olmadıklarından, bir eleştirel farkındalık gösteremiyor.
12 milyon insanın sosyal yardım ile geçindiği Türkiye, OCED ülkeleri içinde en yüksek işsizlik oranına sahip. Ama 16 senedir ülkeyi yöneten AKP en yüksek oyu bu kitlelerden alıyor. Çünkü bu kitleler kendilerini yoksulluğa iten iktidar için eleştirel farkındalık içinde değil. Hatta minnet duygusu içinde. Bir kısmı “celladına âşık olma sendromu” içinde.
Buna karşılık ezenler, kendilerine karşı çıkanları hapse attırarak, mallarına el koyarak, ekonomik olarak çökerterek, medya yoluyla itibarsızlaştırarak en acımasız yöntemleri kullanarak ezme özgürlüğünü doyasıya yaşamaktalar.
Sadece ezme özgürlüğü değil, “günah işleme özgürlüğünü” de yaşamanın dayanılmaz hafifliği içindeler.
*************************************
Kuralı Ezen Koyar, Ezilen Uyar
“Ezen ile ezilen arasındaki ilişkinin temel unsurlarından biri kural belirlemedir. Ezen, kural belirleyen yani seçimini dayatandır.
Ezilenlerin davranışı ise belirlenmiş davranıştır, ezenin ilkelerini izler. Aslında onlara özenirler, yakaladıkları ilk fırsatta ezme yarışında efendilerini geçer.”
“Ezenler için sadece tek bir hak vardır; kendilerinin barış içinde yaşama hakkı. Buna karşılık ezilenlerin hakkı ise hayatta kalmaktır.
Onlar için daha fazlasına sahip olmak kişinin devredilemez bir hakkıdır, onların kendi ‘çabaları’, ‘riskleri göze alma cesaretleriyle’ elde ettikleri bir haktır. Eğer ötekiler daha fazlasına sahip değilse, bu onların beceriksiz ve tembel olduklarındandır, en kötüsü de hâkim sınıfın ‘cömert jestlerine’ karşı gösterdikleri mazur görülmesi imkânsız nankörlüktür.”
İleri teknolojili toplumumuzda da bizler nesneler haline getirilebiliyoruz ve yeni bir tür “sessizlik kültürüne” gömülmüş hale geliyoruz.
Fakat çok da ümitsiz olmamak gerekiyor.
Çünkü Freire’nin tecrübelerle desteklenmiş tezine göre, ne kadar “cahil” veya “sessizlik kültürüne” gömülü olursa olsun, her insanın eleştirel bakma yeteneği vardır.
Yeter ki uygun araçlar sağlansın.
Tamam da, “bu uygun araçlar ne olabilir?” sorusuna cevap bulmak zorundayız.
“İnsanlarda toplumsal bilinci ve eleştirel düşünme yeteneğini geliştirip, toplumsal katılımı kolaylaştıran” bir eğitim sistemi olsaydı, uygun araç olabilirdi.
*************************************
En Uygun Araç Sosyal Medya Olabilir
Konu Türkiye olunca, (İpsos’un son araştırmasına göre) yüzde 35’i hiç kitap okumayan, yüzde 44’ü hiç sinemaya gitmeyen bir toplumdan bahsediyoruz.
Eğitim sistemimiz eleştirel düşünceye değil, ezberciliğe dayanıyor. Yine de okuyan ile hiç okumayanlar arasında ciddi bir eleştirel bakış alışkanlığı farkı olduğunu kabul etmemiz lazım.
“Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” diye cehaleti öven Rektör Yardımcısı Profesör eleştirel düşünce yeteneğinden rahatsız olan bir zihniyetin temsilcisidir. Bu adamı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Denetleme Kurulu üyeliğine atayan zihniyetin yönettiği üniversitelerden eleştirel düşünce çıkabilir mi?
Nüfusumuzun yüzde 61’i televizyonda haber ve haber programlarını izliyor, yüzde 23’ü de siyaset ve tartışma programlarını seyrediyor. Fakat bu yayınları yapan medyanın yüzde 90’ı iktidarın güdümünde. Bunların eleştirel bakma yeteneğini körelten etkileri var.
Vatandaşlarımızın sadece yüzde 16’sının pasaportu var. Dünyayı tanıma oranımız düşük. Yine de dış dünyayı tanıyanların görmeyenlere bilgi nakletmesi eleştirel bakışa katkı sağlar.
Fakat vatandaşlarımızın yüzde 90’ı akıllı telefonları ile internete bağlanıyor. Telefonu, bilgisayarı veya tabletinden sosyal medyayı kullananların oranı yüzde 90’ın üzerinde.
Toplumumuz Cumhuriyet mitingleri gibi kitle hareketlerini, meşru sokak hareketlerini, yürüyüş, protesto gibi eylemleri yapamaz hale geldi.
Vatandaşlarımız eskiden söylemese de söylenirdi. Artık söylenmeye dahi korkuyor.
İnsanımızın sesini ve sözünü yükseltebildiği tek mecra sosyal medya gibi görünüyor. Sosyal medyada temkinliler ve korkaklar var ama cesurların ve pervasızların sayısı daha fazla. Hatta aykırı olanların oranı hayli yüksek.
Bu mecranın çeşitli sıkıntıları ve riskli yönleri olduğunu biliyorum.
Buna rağmen, mevcut şartlarda, toplumumuzun geniş kesimlerine eleştirel bakış yeteneği kazandırabilecek tek alan olarak sosyal medyaya güveniyorum.