Ey İnsanlık Gazze’yi Unutma

233

Gazze’de gerçekleşen zulmü, soykırımı yavaş yavaş gündemimizden çıkarmaya başladık gibi. Haberlerde can yakıcı manzaraları gördüğümüzde, zihnimizin gündemine başka şeyleri alarak Gazze’den uzaklaşıyoruz artık.

 Sanki uzayan bu ıstırap sahnelerinden kaçar gibiyiz. İnsanoğlu unutmayı sever, hele canını acıtan olayları daha tez unutur. Kendisi çekmediği sürece tarih boyu bu böyledir.

Ben bile Gazze’yi birkaç kez yazdığım için tekrar yazmaya çekinir oldum. Birilerini sıkıyor muyum duygusuna kapılmaya başladım.

İşte İsrail’in istediği dönüşüm de budur. Zihinlerimiz bu vahşete yavaş yavaş alışarak olağan bir şeymiş gibi algılamaya başladı.

Zulmü işleyenler çirkinliklerinden bıkmazken, Müslümanlar, “bu kadar üzülmek yeter” gibi düşünmeye başladı. Oysa Gazze’de ve Filistin’de yaşananlar bir düş değil. İnanılması imkânsız acı gerçekler. 122 günde 27 bin masum sivilin kaybı söz konusu. Bunların bir kısmı açlıktan, susuzluktan, tedavi edilememekten dolayı hayatlarını kaybetti.

Ey Müslüman!… Ey insani vasıflarını hala kaybetmemiş onurlu insanlar!…

İsrail zulmüne aç, susuz, kimsesiz, yaralı, çaresiz, umutsuz, korunaksız, sabırla direnen, metanetle acılara katlanan, gülerek sonunu bekleyen, müjdeyle ölüme giden bir millet var.

Bu acı gerçeği, hafızanıza çıkmamak üzere lütfen kazıyınız. Merhamet ve acıma duygularınızın dumura uğramasına fırsat vermeyiniz. Üzerinizdeki ölü toprağını silkeleyerek atınız. Yüreğinize giden merhamet ve şefkat kanallarını tıkamayınız.

İşte Gazze’den ve Filistin’den son manzaralar:

Kardeşini defneden yaralı genç gülümseyerek, “Hasbünallah ve nimel vekil” i mırıldanıyor, “elhamdülillah ki şehit oldu” diye seviniyor. Sonra da; “Sıra bana da gelecek inşallah” diye tevekkülle Rabbine sığınıyor.

Bebeği bombardımanda parçalanan bağrı yanık adam, çocuğunu havaya kaldırarak ,”canımı sana verdim Ya Rabbi, benden razı mısın? Razıysan elhamdülillah”diyor.

6 çocuğu şehit olmuş biçare bir anne,  “Allah bize yeter…” diye dua ediyor.

10 yaşındaki küçük kız, “Allah bizi sevdiği için imtihan ediyor” diye acı acı gülümsüyor.

İki adam arabada su içerken gülerek, “Bu su, burada içtiğimiz son içeceğimiz. Devamını Cennette içeceğiz. Cennette görüşmek üzere” diye teslimiyet duygularıyla birbirlerine sarılıp vedalaşıyorlar.

Üzerlerine tanklar yürürken, gençler gülerek yerel danslarını yapıyorlar.

Kadınlar namaz kıyafetlerini giymiş, helalleşerek son dualarını etmiş şekilde çocuklarını yanlarına almış şehit olmayı bekliyorlar.

Elleri kelepçelenmiş, ölüme götürülen gençler, tebessümle zafer işareti yapıyorlar.

12 yaşındaki bir erkek çocuğu, dedesinin uzattığı bir parça helva için, “Dede oruçluyum. Oruçlu ölmek istiyorum” diyerek reddediyor.

Bombardımana tabi tutulan 65 yaş üstündeki neneler, dedeler olayı yaşarken, ezbere Kur’an ayetleri okuyarak kendilerini teselli ediyorlar.

10-12 yaşındaki çocuklar daha küçüklerin merakla bakan gözleri önünde, “öldüklerinde tanınsınlar diye” isimlerini kollarına yazıyorlar. Az sonra ölümü tadacaklarının bilinci içinde, soğukkanlı tavırlarıyla.

Evinin enkazının üzerinde oturan bir genç, “Ne yaparlarsa yapsınlar burayı terk etmeyeceğiz. Burası bizim memleketimiz” diye direniyor.

Bomba seslerinin altında bir çocuk elinde şemsiyesi simit satıyor. Ayakları sel sularının içinde. Başından sular akmakta. Bu vahim manzara delikanlı için o kadar olağan ki. Daha bilmediğimiz ve bilemediğimiz niceleri.

Bakın Filistinli Musa İcazi, Türkleri soran bir İsrail polisine ne demektedir:

İsrail polisi soruyor; “Diğer insanlar Kudüs’e,  Mescidi Aks ya geldiğinde gezeceği yerlere gidip sonra oteline dönüyor. Türkler öyle değil. Sen Türkiye’de okudun Türkçe bilmektesin, onları bilirsin. Türkler neden diğer Müslümanlardan farklı? Buraya geldiklerinde ev sahibi gibi davranmaktalar. Okullara giderler, Filistin hastanelerine giderler. Filistinlilerle konuşur kısa zamanda kaynaşırlar, Mescidi Aksaya girerken İsrail Polisine ters ters bakarlar.”

Musa Hicazi, “Siz ne zaman buraya geldiniz” diye soruyor. İsrail Polisi de, “ Otuz yıl önce geldim” demesi üzerine, Musa Hicazi; “Onlar dört yüz seneden beri buradalar. İzleri var. Yaptıkları eserler var. Buralar onların mülkü. Diye cevap veriyor.

Filistinliler bize, aylardır insanlık ve Müslümanlık dersi vermektedirler. Vatan topraklarının nasıl müdafaa edileceğini, metanetin, dayanışmanın, yurt sevgisinin, zulme, yokluğa, acılara nasıl sabredildiğinin örneklerini görmekteyiz Gazze’de.

Annesini Yahudi’den korumak için elindeki taştan başka silahı olmayan çocuğu, İsrail askerine diklenen yedi yaşındaki kız çocuğunu izlediniz mi? “Allah” dedikleri için her şeylerini kaybetmiş şehitlerin çocukları bunlar….

Ey Müslüman!… Gazze kan ağlamakta. Filistin’de insanlığın bittiği bu anlarda, insanlar tükenmekte. Önce zalimler, suyu, gıdayı, ilacı, havayı ve umudu yok etti. Şimdi de kentler ve insanlar tükeniyor.

Göz pınarlarınıza Gazze’nin acılarını ortak ediniz. Vicdanınızı ve merhametinizi devre dışı bırakmayınız. Bu vahşete bakın, görün, empati yapın. Yeterince üzülün… Rahatça ağlayın… Bu zulmü reva görenlere en azından duygusal tepkide bulunun…

Yarınki tarih, arşivlerde yerini aldığında, yok edilen bir milletin acılarına ortak olmanın gönül rahatlığını böyle hissedebilirsiniz. Aksi takdirde bu sorumluluğun vicdan azabı yakamızı bırakmayacaktır.

Sevgiyle kalın…