Ey İnsan Bil ki

83

Ey insan bil ki, şu âlemin fena ve yok olmasından sonra; sana refakat, arkadaşlık ve yoldaşlık etmeyen bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir.

Ey insan bil ki, senin içinde yaşadığın asrın / yüzyılın sönmesi, yok olması ve tükenmesiyle; seni terk edip arka çeviren ve özellikle ruhların kıyamete kadar bekleyeceği; yani dünya ile ahiret arasındaki bir yer olan berzaha doğru yaptığın sefer ve yolculuğunda, sana arkadaşlık etmeyen fâni / geçici şeylere kalbini bağlamak akıllıca bir iş değildir.

Ey insan bil ki, bilhassa seni kabir kapısına kadar uğurlamayan, özellikle bir iki sene içinde ebedî / sonsuz bir firak ve ayrılık ile senden ayrılıp, günahını senin boynuna takan bir şeye bağlanmak sana yakışmıyor.

Ey insan bil ki, meydana gelmesi hâlinde, sana rağmen seni terk eden fâni, ölümlü ve geçici şeylere kalbini bağlamak akıl kârı değildir.

Ey insan! Eğer aklın varsa; uhrevî / ahirete ait değişmelerinde, berzahî / kabir hayatıyla ilgili tavırlarında ve dünyevî / dünyaya ait değişimlerinin çarpışmaları altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa gücü yetmeyen işleri bırak, önem verme. Onların yok olmasından dolayı üzülme.

Ey insan bil ve kendi mahiyet ve aklına şöyle bir bak ki, senin lâtifelerin / kalbine bağlı hassas his ve duyguların içinde öyle bir lâtife, his ve duygu var ki, ebedden / daimî, devamlı ve sürekli olmaktan ve Ebedî Zat’tan yani Allah’tan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına yönelemez. Ondan başkasına ilgi duyamaz. Ondan başkasına sevgisini gösteremez. Masivaya / Allah’tan başka hiçbir varlığa razı olamaz. Hiçbiri ey insan seni mutlu kılamaz. Hatta bütün dünya sana verilse bile, o fıtrî / doğuştan gelen kalbî ve manevî ihtiyacının yerini alamaz. Seni tatmin edemez. Seni doyuramaz.

Ey insan! İşte o şey; senin lâtife, duygu ve hislerinin sultanıdır. Öyleyse her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle / gayeli olarak, benzersiz bir şekilde yaratan Fâtır-ı Hakîm’in yani Allah’ın emrine boyun eğen o sultanına itaat et, kurtul.

Ey insan! Kur’an’ın düstur, kaide, prensip ve ilkelerindendir ki, Cenabı Hakk’dan başka hiçbir şeyi; ona tapacak bir derecede kendinden büyük sanma. Hem, sen kendini hiçbir şeyden kibirlenecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlukat; herkesin ve her şeyin kendi hâl ve dilleriyle tapan ve tapınır olmaları bakımından birbirine eşittirler. Hepsi Allah tarafından yaratılmış olmaları hesabiyle yine birdirler. Tüm yaratılanlar; bir ve aynı yaratana sahip olmakla birbirine eşit olup, hepsinin yaratılmış olmaktan ötürü de birbirine karşı üstünlük yanları yoktur.

Ey insan bil ki, his yanılması ve duyuştaki aldanış yüzünden; geçici dünyayı ölümsüz, daimî ve sonsuz görüyorsun. Etrafına, çevrene ve dünyaya baktığın zaman; bir derece sabit / değişmez buluyorsun. Bu sebeple fâni / geçici olan nefsini, yani kendini de, aynı şekilde o bakışla sabit ve kalıcı sanıyorsun. Bundan dolayı yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Sanki kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, sadece ondan korkuyorsun.

Ey insan! Aklını başına al. Sen ve hususî dünyan; hiç durmadan bitiş noktasına doğru yol almakta. Bu durumda, senin bu yanıltıcı hissin ve boş sözlerin şu misal ve örneğe benziyor:

Bir adam, elinde olan aynasını bir eve veya bir şehre veyahut bir bahçeye karşı tutsa; sırf görüntüden ibaret olan bir ev, bir şehir veya bir bahçe o aynada görünür. Küçük bir hareketle aynanın o şeylere karşı duruşu değişse; o hayalî / görüntüden başka bir şey olmayan ev, şehir ve bahçeye karışıklık düşer. Aynanın dışındaki gerçek ev, şehir ve bahçenin devam ve duruyor olması senin için artık bir şey ifade etmez. Çünkü aynadaki ev ve sana ait olan şehir ve bahçe, yalnız aynanın sana verdiği imkân ve ölçü nisbetindeydi. Dayanak aradan kalkınca, ona dayanan da kendiliğinden yok olur. İşte senin hayatın ve ömrün de bir ayna gibidir. Senin dünyanın direği, aynası ve merkezi; senin ömrün ve hayatındır. Her dakika o ev, o şehir ve o bahçenin ölmesi mümkündür. Harap olması ihtimal dâhilindedir. Bu şekilde her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir durumdadır. Madem öyledir. Sen bu hayatına ve dünyaya çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme.

 

 

Önceki İçerikKadınlar ve Gençlerin Tercihi
Sonraki İçerikÖzbekistan Seyahati ( 2 )
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.