“Eti senin, kemiği benim”..
Bu cümleyi ilk duyduğumda ilkokul sıralarındaydım..
Babam, Cerrahpaşa’da ayakkabı tamirciliği yapan “Sülo Aco”ya götürmüştü beni.
O’na “Aco” diyordu babam ama amcası değildi. Üsküp’te ailenin tarlalarında yarıcılık yapan bir ailenin büyüğüydü Sülo Aco.
Yaz tatilinde çıraklık yapacaktım ve sanat öğrenecektim. Bu arada sokakta da babamın ifadesiyle haylazlık yapmayacaktım bu sayede.
Oysa yaz tatili başladığında, Burhan, Yusuf Ziya ve diğer arkadaşlarım bizi bekliyordu kardeşimle birlikte.
Yazın evdekilerden habersiz yokuş aşağı biraz yürüdükten sonra, kamyon şambrellerinin üstüne oturup denize girecektik Samatya’da.
Hayallerim suya düşmüştü.
Çalışacaktım anladım da, babamın Sülo Aco’ya beni teslim ettiğinde söylediği “eti senin, kemiği benim” sözüne bir anlam verememiştim.
Yani Sülo Aco beni kesip doğrayıp, etlerimi kendisine, kemiklerimi de babama mı verecekti?
İlerleyen yaşlarımda anladım ki, bu çırakların ustaya teslim edilişinde terennüm edilen veciz bir ifadeymiş. Yani “ben karışmam, sen bunu adam et de nasıl edersen et” mealinde bir ifade.
Ben ayakkabıcı olamadım ama Sülo Aco’dan hayata dair çok ders aldım.
Erken dükkân açmanın dükkânın bereketini arttıracağından tutun da, müşterinin hep haklı olduğunu kadar daha bir çok şey öğrendim.
Az da olsa helal kazanılan paranın, keyifli bir hayat sürmek için yeterli olduğunu da öğrendim.
Tevekkülü öğrendim.
“Hamd olsun” demeyi, “bereket versin” demeyi öğrendim.
Et fiyatlarının artmasına karşılık et ithalatına izin veren Hükümetin kararını okuyunca aklıma geldi bu anım.
Et gelecek de, et kime, kemik kime?
Et ithal edince, et ne kadar ucuzlayacak dersiniz?
– Karkasta 2 TL, kasapta en fazla 5 TL.
Böyle olunca fakir fukara artık et mi alacak?
5 TL ucuz olunca sanırsınız ki, et yemekten gut hastalığına yakalanacak fukara halk.
Bu halk yardakçılığı da bu Hükümet’e yakışır zaten.
Vatandaş etten geçeli çok oldu Beyler.
Kemikler yok fiyatına yem fabrikalarına verilirken önceleri, artık aileler et suyuna yemek için topluyor kemikleri. Hem de para ödeyerek.
Demem o ki; et yine zengine, kemik yine fakire…
Babam bile beni işe verirken dememiş miydi, “eti senin kemiği benim” diye. O zamanlarda bile kemiğe razı olmuş etten vazgeçip.
“Düzen bu düzen” demişti akademide, Tasarı Geometri Hocam Yılmaz Morçöl.
“Düzen bu düzen, düzenler değişiyor, düzülenler değişmiyor” diye de tamamlamıştı sözlerini.
Aradan neredeyse 33 sene geçmiş, değişen bir şey yok.
Ne düzen değişmiş, ne de düzülen oyunlar.
Etin de sahibi aynı, kemiğin de…