13 Yıllık AKP iktidarı dönemini geriye doğru bakıp incelediğimizde, bundan önceki hükümetlerle kıyaslama yapacak olursak şayet; eski Türkiye’mi, yeni Türkiye’mi ekonomik, sosyal ve siyasal yönden daha tercih edilir durumda, demokrasi açısından eski ile yeni arasında ne gibi farklar var bunları bütün çıplaklığı ile gözler önüne serip, aradaki farklılıkları görebiliriz.
Ekonomist olmadığımızdan rakamların detayına inmeğeceyim, zaten yazıyı rakamlara boğmanın da bir manası yok sanırım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, AKP hükümeti devraldığında Türkiye’nin toplam dış borcu, 103 milyar dolardı. Şu an 600 milyar doların hayli üzerinde.
Eski Türkiye diye sürekli hor görülüp eleştirilen 80 yıllık dönemde kazanılan kamu iktisadi teşekküllerine ait mal varlıkları, Karadeniz’in şırıl şırıl akan derelerinin suyu (HES ler) dâhil, birer birer özelleştirilirken, 100 milyar dolarlık borcun 600 milyar dolara yükselmesi manidar değimli?
Denilebilir ki duble yollar, köprüler yapıldı. Eski Türkiye de de yapılıyordu yollar ve köprüler! Devlet hizmetinde süreklilik esastır bu hükümetten sonra gelecek hükümetler de bunların bıraktıkları yerden devam edecekler. Burada esas ölçü, hangi dönemde daha verimli bir çalışmanın ortaya konulmuş olasıdır.
Fert başına düşen milli gelirin yeni Türkiye de onbin doların üzerinde olduğu ile övünüyorlar da, bu paranın ne kadarının halka yansıdığını bir türlü açıklamıyorlar. İhracat fazlası veren Almanya da dolar milyarderi sayısı otuz iki iken Türkiye de kırk altı kişi. Bu rakamlar bile fert başına düşen on bin dolar’ın kimlerin elinde toplandığını bizlere aşikâr’a ne göstermiyor mu?
(17-24 ARALIK) Yolsuzluk operasyonlarıyla suçlular işledikleri suçun cezasını ödemedikleri gibi, Polis ve adalet mekanizması Hallaç pamuğu gibi silkinip atılmıştır. Herhalde fert başına düşen on bin dolarlık milli hâsılanın içerisine banka müdürünün evinde ayakkabı kutularında bulunan milyon dolarlar, yatak odalarında bulunan para kasalarının içindeki paralar, bakanlarının kollarına taktıkları yedi yüz bin liralık saatler de dâhildir.
Eski Türkiye, Ortadoğu’nun demokrasi ile idare edilen, etrafımızdaki ülkeler tarafından gıpta ile izlenen uluslar arasında saygınlığı olan tek ülkesi idi, yeni Türkiye hızla Ortadoğu bataklığına çekilip bütün komşuları ile kavgalı, onların deyimiyle (şerefli yalnızlığa!) itilmiş, yeni Türkiye. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Birleşmiş milletlerin dahi sahip çıkmadığı iki milyondan fazla Suriyeli mülteciler de caba sı.
En son Başbakan Davutoğlu ve Ali Babacan’ın ABD ziyaretinde ABD dış işleri sözcüsü “onların ülkemize geldiklerinde haberimiz yok” diyor bakarmısınız şu işe! Neredeyse ülkeye kaçak girdiler diyecek, devletlerarasında bundan daha aşağılayıcı bir söz olabilir mi?
AKP iktidarı işbaşına geldiğinde PKK terör örgütünü çökertilmiş vaziyette teslim almasına rağmen, bu gün Dolmabahçe sarayında, bebek katilinin talimatları doğrultusunda PKK nın meclisteki uzantılarıyla müzakereler yapılıyor. Güney doğuda polis ve asker sokağa çıkamıyor, şehirler, havadan insansız hava uçaklarıyla kontrol ediliyor.
Türk ordusunun Ergenekon ve Balyoz davalarıyla moral değerleri sıfıra indirilmiş, ömürlerinin büyük bölümünü Türk ordusuna vakfetmiş başta Genel Kurmay Başkanı olmak üzere asker ve generaller, uyduruk gerekçelerle hapislerde çürütülmüştür. Türk Tarihinde ilk defa Türk askerinin başına yabancı askerler tarafından çuval geçirilmiştir. Bu kadar hırpalanan asker, Hükümetin emriyle Suriye toprakları içerisinde bulunan kendi öz toprağımızı koruyamadan, üç tane çopulcu eşkıyadan korkarak Süleyman Şah Türbesini alıp Türkiye sınırına kaçırmışlardır.
Doksanlı yıllarda Kardak kayalıklarına Yunan askeri çıkıp, kendi bayraklarını diktiğinde; dönemin başbakanı, “o bayrak inecek o asker gidecek” diyerek bir gecede kayalığa tekrar Türk bayrağı çektirilmesine rağmen, Ege Denizinde 16 ada ve bir kayalığımız Yunanistan tarafından (2004-2009) tarihleri arasında işgal edilmiş, askeri üs haline getirilmiştir. Yeni Türkiye’yi yönetenlerin nedense her milli konuda olduğu gibi bu konuda da sesleri çıkmamaktadır.
Türkiye, büyük bir hızla despotizm’e doğru sürüklenmektedir. Her makam, her insan bir diğerinden korkar hale geldi. Tek adam diktatörlüğü, toplumun tüm hücrelerine kadar işledi, liseli gençler dahi sorgulanıp hapislere atılıyor.
Önümüzde tek kurtuluş umudu 7 Haziran seçimleri. İnşallah Türk milleti aklıselimini kullanıp, isabetli bir seçim yapar ve gelecek Milli bir hükümet, Türkiye Cumhuriyetinin kurumlarını tekrar yerli yerine oturtur.