Gün geçmiyor ki, gazetelerde kadınlara karşı işlenen korkunç cinayet haberleri yer almasın!
Maalesef, bu cinayetleri işleyenler; umumiyetle hunhar bir şekilde katledilen kadınların ağabey, baba ve koca gibi en yakınları olarak karşımıza çıkmaktalar.
Yazık ki, şahsi, menfi ve olumsuz namus anlayışından ötürü; hiç hakları olmadığı halde ellerini kana boyamaktadırlar!
Nerden ve kimden alıyorlar bu hakkı? Kendilerini nasıl hem savcı hem hakim hem de ceza uygulayıcısı durumuna sokuyorlar?
Diğer ülkelerde olduğu gibi, kadınlarımız sanki namlunun ucunda! En ufak sebep ve bahanelerle onların canına kıymak isteyenler; her zaman ve her yerde karşılarına çıkabiliyor!
Bu feci cinayetler; dinsel namus, mefhum ve kavramı; yanlış anlayan ve yorumlayan kişilerce işleniyor, hem de gözlerini hiç kırpmadan! İşte bu bakımdan, bilhassa Müftü ve İmam efendilere; halkı bu hususlarda aydınlatmaları için, büyük ve hayati bir görev ve sorumluluk düşüyor.
Çünkü, Nisa suresi, kadın haklarından söz ediyor. Kadınlara nasıl muamele edileceğini anlatıyor. Kadınların kendilerine ait malları ve kazançları istedikleri gibi idare edebileceklerini nazara veriyor. Karı-Koca arasında anlaşmazlık hasıl olduğunda; bunun nasıl giderileceğini gösteriyor. Ayrıca kadınlara insaf dairesinde hareket edilmesini tavsiye ediyor.
Zira, Hz. Peygamber: “Sizin en hayırlınız, hanımlarına en iyi şekilde davranandır.” Diyor.
Hz. Mevlana da, şu anlamlara gelecek tarzda diyor ki: “Cahil koca, hanımına galebe eder. O’na galip gelir. Yani haklılığını, sadece kaba kuvvetine dayanarak sağlar. Kamil ve olgun bir koca ise eşine mağlup olur. Yani ille de benim dediğim olacak diye diretmez. Haklılığını ikna yoluyla temin etmeye çalışır.”
Bir bakıma galiptir bu yolda mağlup, demek istiyor.
Kaldı ki, kadınlar mübarektir. Karşılıksız şefkat kahramanlarıdır. Üstelik “insanın en birinci üstadı ve te’sirli (en etkili) muallimi (öğretmeni) onun validesi (annesi)dir.”
Fakat ne hazindir ki, bu vasıflarla donatılmış olan nisa taifesi, zalim erkeklerin kötülüklerinden layıkı veçhile korunmuş; zalim erkeklerin tahakküm ve baskılarından tam olarak emin ve kendilerini güven ortamında bulmuş değiller!
Çünkü, insanın, hususan müslümanın sığınağı ve bir çeşit cenneti ve küçük bir dünyası sayılan aile hayatı; zaman zaman bozulma tehlikesine maruz kalmaktadır. Bu durumlar karşısında kadınların ahiret saadetleri gibi, dünya saadetleri de İslam dairesi içindeki din terbiyesinden geçmektedir. Keza yaratılışlarındaki yüce seciye ve ahlaklarını bozulmaktan kurtaracak olan da, yine İslami din terbiyesidir.
Hem aklı başında bir adam, eşine karşı duyduğu sevgisini, beş on senelik geçici dış güzelliğine dayandırmaz. Aksine, kadınların en güzel tarafı olan şefkat ve kadınlığa mahsus huy güzelliğine sevgisini bina eder. Çünkü hanımı yaşlansa bile, ancak bu şekilde kocasının ona karşı muhabbeti devam eder.
Çünkü, ancak bu suretle, eşi yalnız dünya hayatındaki geçici bir arkadaşı olmaktan çıkar; ebedi ve sonsuz hayatta da onun eşi olarak kalmayı hak eder. Üstelik; eşi ne kadar ihtiyarlarsa ihtiyarlasın, ona karşı sevgisi eksilmek bir yana, giderek artar bile.
Şüphesiz, her şeyde olduğu gibi, hanımlarına en iyi davranan ve bunun da en güzel örneğini sergileyen ve dünya durdukça de sergilemeyi sürdürecek olan İki Cihan Güneşi Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır. Nitekim: İbni Ömer Radiyallahu Teala anhümadan şöyle mervidir (rivayet edilmiştir ki): Ben Hazreti Aişe radiyallahü teala anhaya sordum ki, Resuli Ekrem’in görmüş olduğun en acip bir halini bana bildirir misin? Hazreti Aişe ağladı, sonra buyurdu ki: Resuli Ekrem’in her hali acip idi. Bir gece yanıma teşrif etti, döşeğime girdi, hatta mübarek cildi de cildime dokunuvermişti ki: Ya Aişe: Bu gece Rabbimin ibadetiyle meşgul olmama izin verir misin? diye buyurdu. Ben de dedim ki: Ya Resulallah! Ben senin şerefi kurbiyetini (yakınlığını) elbette severim, fakat senin arzuna riayeti (arzuna uymayı) da çok isterim. İbadetle meşgul olabilirsin. Bunun üzerine Resuli Ekrem kalkıp abdest aldı, sonra namaz kıldı ve Kur’anı Kerim’den okuyarak ağladı. Göz yaşları mübarek dizlerine yetişmişti. Sonra oturdu, Cenabı Hakk’a hamdüsenada (övgüde) bulundu, yine ağlıyordu. Sonra ellerini kaldırdı yine ağladı. Hatta mübarek göz (yaş)larının yeri bile ıslattığını gördüm. Müteakiben (az sonra) Bilali Habeşi geldi, sabah ezanını okuyacaktı. O da Resuli Ekrem’i öyle ağlar bir halde görmüş ve demişti ki: Ya Resulallah! Sen de ağlar mısın ki, Allah Teala senin için geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret buyurmuştur. Bunun üzerine Resuli Ekrem Hazretleri de şöyle buyurmuştur: Ya Bilal! Ben Allah Teala’nın bir abdi şeküru (çok şükreden bir kulu) olmıyayım mı? Ben nasıl ağlamıyayım ki, bu gece bana “İnne fi halkı’s-semavati ve’l-ard…/ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaratılışında…” (Al-i İmran -190) ayeti kerimesi nazil oldu (indi). Artık yazıklar olsun o kimseye ki bu ayeti kerimeyi okur da onda tefekküre dalmaz. (Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, cilt:1, Ömer Nasuhi Bilmen, İstanbul – (Tarihsiz) s: 521-522)
Velhasıl; ibadet için bile eşinden izin alan bir peygamberin ümmeti olanlar; nasıl bir zatın izinde olduklarını, asla unutmamalı! Ne yapıp edip, O Peygamber’e layık olmaya çalışmalı.
Ve “bilhassa, kadınların safiyetinden istifade ederek aldatıcı kimselerin çok olduğu bu karışıklık devrinde” erkekler; çok dikkatli olmalı. Eşlerinin üzerine a’zami derecede titremeli. Onların yanlış bir adım atmalarına, işte bu şekilde engel olmalıdırlar.