Erzurum Kongresi Kararları

11

Son zamanlarda ulusal egemenliğimizin kıymetini anlayabilmek adına birçok zorlu sınavı Türk ulusu olarak peş peşe vermek zorunda kaldığımızı fark ettiğimizi düşünüyorum.

Bir süredir Batı dünyasının yeniden Türklüğe karşı giriştiği mücadele yine haddini aşarak Kıbrıs’ta bizi “işgalci” ilanına getirmiştir. Bizlere hep gerçek yüzlerini gösterdiler ama birçoğumuz umursamadı. Bizi yönetenler sorunların hep dış güçler kaynaklı olduğunu yineliyordu. Lakin Türk ulusu artık sorunun büyüğünün içeride olduğunu görmeye başladı.

Çok uzun yıllardır Anayasamıza karşı açılmış bir savaş var. Durmaksızın değiştirilmek istenen ve uygulanmasını uzun süre önce rafa kaldırdıkları bir Anayasadan bahsediyoruz. Bu ne demektir? Kurucu metnin yok sayılmasıyla aslında kurucu değerlerin yavaşça tasfiye edilmek istenmesidir.

Bu bir anda, bir günde, bir haftada yapılabilecek bir şey değildi. Bu, onların kurduğu en uzun oyundu aslında. 1940’ların sonundan itibaren ilmek ilmek işlediler bu oyunu. Tarımımız, eğitimimiz, sanayimiz, siyasetimiz, yargımız… Hepsi teker teker kontrollerine girmeye başladı. Tamamıyla kontrol edemeseler dahi etki alanlarını hep açık tutmaya gayret gösteriyorlardı. Giremedikleri tek bir yer kalmıştı. Oraya da kumpas kurmayı başardılar en sonunda. Ülkemizin namusunu koruyan yerlere dahi sızdılar. Yıllar sonrasında da darbeyi sokaklara taşıdılar. O güne demokrasi günü dendi. Hâlbuki darbe kumpasların kabulüyle çoktan başlamıştı…

Kemalist paranoya deyip geçti kimi yetmez ama evetçiler ve Türkleri utanmadan sanık sandalyesine oturttular. Daha çok adalet, daha çok hukuk, daha çok özgürlük gelmeli dediler. Hâlbuki istekleri daha çok fon ve enkazını görmek istedikleri Türkiye Cumhuriyeti idi.

Tam 105 yıl önce bugün Millî Mücadele’nin çerçevesi belirlendi. Kahramanlar, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni, herkese ve her şeye rağmen topladılar. Korkmadılar, geri adım atmadılar, “Vatan bir bütündür!” dediler. İşgal edilen vatanımızın kurtuluş ilkeleri belirlenirken aynı zamanda da verilecek mücadelenin ne denli onurlu olacağı da gösterilmiş oldu.

Millî Mücadele sürecini hepimiz az çok biliriz. Çekilen çileyi biliriz. Kağnı arabalarında nem kapmasın diye sarılan mermiler için Türk kadınının çocuğundan feragat ettiğini biliriz. Köylerde süngülenmiş yaşlıları, hamile kadınları ve çocukları biliriz. Bütün bunlar Anadolu topraklarında yapılmıştı. Sonra unuttuk… Kıbrıs’ta yaptılar.

20 Temmuz 1974’te, Kıbrıs Barış Harekatı, uzun yıllardır katledilen Türk’ü âdeta bir soykırımdan kurtarmışken bugün ülkemizle iş birliği içinde olan bazı devletler bizi işgal ile suçlamakta.

Batı tarafından hep desteklenen, Megali idea ve Enosis hayallerini gerçekleştirmeye çalışan İstanbul Patrikhanesi (Fener Rum Kilisesi) 1821 Mora İsyanı’ndan beri neden hiç bu oyunlardan vazgeçmedi? Türkiye Cumhuriyeti’ni işgal ile karalamaya çalışan Batı ve onun desteklediği Fener Rum Kilisesi, nasıl hâlâ bu topraklarda destek görebilmektedir?

Bugün yine Türk ulusu olarak bölünmeye direniyor, kimliğimizi korumaya çalışıyor, dahili ve harici düşmanların saldırılarını bertaraf etmeye çabalıyoruz.

Türklüğün tanımını değiştirmek istiyorlar. Bölünmez bütünlüğü parçalamak; devletçikler kurmak istiyorlar. Laiklikten ve tüm ilkelerden vazgeçelim istiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk ve Cumhuriyet yapan her şeyi yok etmek istiyorlar. Hepsini hep biliriz de neden her seferinde unuturuz?

Bütün bunlar ve daha değinmediğimiz birçok mesele yüzünden, işte bugün yine Erzurum’da 105 yıl önce alınan kararları hatırlamak zorundayız. Çünkü ne içimizdeki hainlerle, ne de ulusal egemenliğimize düşmanlıklarını gizlemeyen harici bedhahlarla verdiğimiz mücadele bitiyor.

23 Temmuz 1919’a geri dönelim ve bazı maddelere bakalım. Günümüz için aradığımız her şey aslında çoktan yazıldı. Sadece doğru bakmasını bilmiyoruz.

– Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.

– Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin dağılması hâlinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.

– İstanbul Hükümeti vatanı koruma ve istiklâli elde etme gücünü gösteremediği takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.

– Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.

– Hristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez.

– Manda ve Himaye kabul olunamaz.

– Millî Meclis’in derhâl toplanmasını ve hükûmetin yaptığı işlerin meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.

(Bu maddeler, Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu sitesinden direkt alınmış; üstünde değişiklik yapılmamıştır.)

Her şey ne kadar da açık değil mi? Tarih hep mi tekerrür eder yoksa ders almayı bilmeyenler için bir Araf mıdır tarih gerçekten?

Ders almadığımız için mi 1939 yılında, yine bugün, anavatanımıza katılan Hatay kaderine terk edilmiş bir durumda? Depremin acısı daha dinmemişken, Hatay’ımızın sokaklarında gezinen çetelerin haberleri ve topraklarından sökülen on binlerce zeytin ağacı yeniden bütün ülkemize acı yaşatmamakta mıdır?

Atatürk, bize uygar bir Türkiye Cumhuriyeti için tüm yol haritasını bırakmış; çeliştiğim yerde de bilimi seçin demiştir.

Ne içeride ne de dışarıda eksik olmayan hainler ve iş birlikçileri, Atatürk’ü ve bıraktıklarını çok iyi okudu. Bütün oyunu da öyle kurdu. Lakin bu mücadele daha zaferimizle sonuçlanmadı.

Bizler, vatan savunmamızı bölünmez bütünlüğümüzün ilelebet payidar kalması için yaptık ve gerektiği yere kadar da mücadeleye devam edeceğiz!

“Ey Türk istikbalinin evladı!” dedi Atatürk, “İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

1919’da yakılan İstiklal meşalemiz, 1939’da Hatay’ın anavatana katılması ve 1974 Kıbrıs Barış harekâtı kutlu olsun!