Birinci Dünya Savaşının savaş ortamında Ermeni – Türk ilişkilerinde 10 şiddetinde bir deprem oldu. Savaş halindeki Osmanlı ordusuna cephe gerisinde saldıran, sivil halkı katleden, isyanlar çıkaran Ermeni vatandaşlara bir ceza biçildi; savaşın devam ettiği bölgelerde yaşayan Ermeni vatandaşların bulundukları yerlerden alınıp imparatorluk toprağı olan bir başka bölgeye zorunlu göçe tabi tutulması; TEHCİR…
Bu yıllarda meydana gelen olaylar, sadece 1914 – 1915 yılları ile sınırlı değildir. Bunun detaylarının anlaşılması ve ortaya çıkarılması için konu, araştırıcıların ilgisini beklemektedir. Ermeni tehciri çok zor bir karardır, acı bir olaydır, ızdırap vericidir. Osmanlı hükümeti bu kararı vermeden üç kez konuyu tartışmış ve sürekli ertelemiştir; belki isyandan vazgeçerler diye… Hatta, Ermeni çete partilerinin (Hınçak ve Taşnak) Erzurum’da yaptıkları yıllık kongreye İttihat ve Terakki Cemiyetinden kalabalık bir heyet (56 kişi ile) de katılarak, savaş halinde Osmanlının yanında yer almaları karşılığında Doğu Anadolu’daki 6 vilayetin muhtariyeti teklif edilmiştir. Buna rağmen Ermeniler kabul etmemiştir bu teklifi. Ermeni liderlerine Talat Paşa ayrıca üç kez bakanlık teklif etmiş yine de kabul etmemişlerdir.
Bu zorunlu göç kararını verenler de bunu isteyerek, severek vermediler. Son çare olarak, tek çıkışı bu kararda buldular. Tehcir öncesi ve sonrası hem Türk – Kürt vatandaşlar hem de Ermeni vatandaşlar için oluşan acılar tasvip edilecek, onaylanacak şeyler değildir. Harp halinde olan bir milletin ordusuna, sivil halkına yine o milletin vatandaşı olan bir başka terörist millet tarafından saldırılması, katledilmesi, kısaca arkadan vurulması gibi bir ihanetin sonucunda alınmış zorunlu bir karar…
Tabii ki ne göç eden ne de katledilen milletlerin varisleri, geride kalan soyları bu acıyı unutmadılar, unutamadılar. Sonuçta kin ve nefret üzerine kurulan bir siyasi ideolojinin ektiği tohumların verdiği-vereceği meyve de aslına uygun olarak gelişecekti. Böyle de oldu maalesef. Siyasallaştırılmış kin ve nefretin yetiştirdiği fidan ve verdiği ürün kendisi gibi nefret ve kin ürünü oldu; bu kini üretmeye devam etmesi adeta kaçınılmaz oldu. Ermeni diasporasının yürüttüğü bu kin ve nefret siyaseti yıllar yılı süregeldi. Bu olayın yeniden filizlenip gündeme getirildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Son yıllarda Batı emperyalizminin dayatmasıyla bu kin ve nefret, Türkiye üzerinde “demoglesin kılıcı” gibi sallanan siyasi bir oyun halini aldı. 1915 isyanı ve ihanetine Ermeni vatandaşları hazırlayan ve kışkırtan Batılı emperyal güçler, bugün de farklı bir kimlikle sahnedeler. Özellikle iç işbirlikçilerle beraber yeni senaryolar peşindeler. Bunun tipik bir ürünü olan “özürcü imzacılar” davranışı yepyeni olayların başlangıcı haberini vermektedir.
1915 yılında, sebepleri herkesçe malum olan, Ermenilerin Anadolu’dan göç ettirilme nedeniyle meydana gelen kayıp ve çekilen acılar dikkate alınarak “Ermeni Kardeşlerden” (bu kelimenin kökü, “karındaş” kelimesinden gelir; yani aynı karından türeme anlamını yüklenir) “özür” dileyen imzacıların başını çekenlerin “malum” kişiler olduğu bilinmelidir. Türk milletinin her türlü milli ve kutsal değerlerine ters olmayı bir görev-marifet sayan bu imzacı grubun iyi tanınması gerekiyor.
Kim bunlar? Burada isimlerini vermeye gerek yoktur; bunların elebaşlarını Türk milleti “Internet” sayfalarında zaten öğrendi, merak eden yine bu kaynaktan öğrenebilir.
Bu vatandaşlar, “Ermeni kardeşlerinden” “özür” dilerlerken, o “kardeşlerince” katledilen Türk-Kürt vatandaşlarını her nedense unutuyorlar. Onların ki can da ötekilerinki patlıcan mı!? Diye soranlara verecekleri pek cevabı olmasa gerek. Bu imzacı vatandaş grubu, böyle bir “özür” ifadeye imza atarlarken yabancı bilim insanlarının konu hakkındaki tavır ve yayınlarını da göz ardı ediyorlar. Diğer bir deyişle yabancı tarihçiler, Türkleri savunma gereğini duymuşlardır. Ve şu ifade son derece önemli ve ibret vericidir; “Türkler suçludurlar, çünkü tarihlerine sahip çıkmıyorlar.” Bu, sadece küçük bir örnektir.
Bir diğer örnek daha verelim; yıl 1993, Princeton Üniversitesi tarih profesörü Bernard Lewis, Paris’te yayınlanan “La Mond” gazetesinde bir makale yayınlar. Makalenin bir yerinde aynen şu ifade vardır: “1915 yılında Osmanlının yaptığı Ermeni tehcirinin bu sırada meydana gelen olayların ve ölümlerin bir soykırım olmadığı, savaşın bir yan ürünü olduğunu, ilgili tüm arşivlerden yaptığım araştırmalardan bu sonuca vardım” beyanı vardır.
La Mond gazetesinde bu makale yayınlayınca, Patris’te Bernard Lewis mahkemeye verilir ve mahkeme kararıyla sembolik 1 (bir) Frank cezaya mahkum edilir.
Sebebi nedir?
Ermeni soykırımını inkar ettiği için!
Fransa’daki bu yüz kızartıcı mahkeme kararından sonra yine Fransız tarihçilerinden oluşan kalabalık bir tarihçi grup, Ermeni konusunda soykırım olmadığını söylediler ve bir bildiri yayınladılar. Bu tarihçiler de şunlardı: Bernard Lewis, Andrew Mango, Justin Mc Carthy, Stanford Shaw başta olmak üzere 143 tarihçi. Paris’te bildiri yayınlayarak Ermeni soykırım yalanını dünyaya haykıran yabancı bilim insanlarının bu sağ duyusunu dahi göremeyen bizim “imzacı özürcüler” için hangi sıfatı uygun bulursanız bulunuz ve kullanınız. Doğrusunu isterseniz böyle bir durumda ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Güya bu muhteremler “aydın”mış!
Kendini “bulunmaz Hint kumaşı” sanan ve her “kalburun altından çıkan”, hukukçu geçinen bir bayanın çıkıp “… efendim bana tehcirden önce tek Ermeni isyanı ve hareketini gösterin. Yok böyle bir şey…” demesi inanılır ve anlaşılır bir olay değildir. Bunu diyecek kadar dünyadan bihaber kişiler her gün medyada arzı endam ediyorlar. Bu kadar cehalet ancak hukuk tahsili ile mümkün olabilir diyesi geliyor insanın…
Doğrudur, 1914-1915 ta bir dram yaşandı. Bir trajedi idi o. Keşke hiç olmasaydı, o acı olaylar yaşanmasaydı. 850 sene Türklerle beraberce kardeşçe yaşayan Ermeni vatandaşlar keşke Batılı emperyalistlerin oyununa gelmeseydi, onlara kanmasalardı da o acı olaylar yaşanmasaydı. Ancak olan olmuş, gerçekleri de ne saklamak ne de inkâr etmek mümkündür. Olayların doğru ve açık olarak bilinmesinde yarar vardır.
Devletin en üst makamlarına göreve gelen Ermeniler için “sadık millet” denmesinin temelinde yurttaş ortaklığının anlamı vardır. Bu sonsuz güven sonucu devletin her kurumuna girmişlerdir. En üst makamlara ulaşmışladır. O vakitlerde nefret ve kin siyasallaştırılmamıştı. Çarpıcı bir örnek verelim; bugün birer mutlu Türk vatandaşı olarak yaşayan Der Daron (Papaz), Garo Mafyan (Müzikçi), Surp Pirgiç (Sağlıkçı) acaba bu kin ve nefret siyaseti üzerinden hareket etselerdi bu rahatlığa ulaşırlar mıydı?
Bu topraklarda herkes gibi sade vatandaş olarak yaşadıklarına göre kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak zamanında isyan ve ihanet ederek bu toprakları terk etmek mecburiyetinde kalmış olan Ermenilerin ille de “biz bu topraklara aitiz” demelerine karşın dirayetli devlet adamların söylemesi gereken bir şey olmalıdır. En azından şu hatırlatılmalıdır; “hiç birimiz hiç bir yere ait değiliz”.
Bugün eğer çok kültürlü bir toplum olarak barış içinde bir arada yaşıyorsak, bunu Gazi Paşaya borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir. Bizler cumhuriyet sayesinde, laiklik sayesinde kilisede, havrada, camide ibadetimizi yapıyoruz. Bundan rahatsız olanlar her zaman ayrılık tohumlarını ekmeyi istemişlerdir. Buna meydan vermemek herkesin görevi olmalıdır.
Tehcir nedeniyle göç ettirilen Ermeni vatandaşın sayısı hakkında farklı rakamlar vardır. Bunlar farklı kaynaklardan ve farklı kişilerin farklı yaklaşımlarından dolayı olduğu inkar edilemez. Bunun kesin rakamı yaklaşık olarak Osmanlı salnamelerinden, yani devletin yaptığı nüfus sayımlarındaki kayıtlardan ve diğer kaynaklardan elde edilen belgelerin kıyaslanmasından anlaşılır.
Örneğin 1914 sayımına göre Osmanlı kayıtlarında Ermeni nüfus 1.294 (birmilyonikiyüzdoksandörtbin) olarak verilmiş.
Buna karşılık;
Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre 1.915 bin,
İngilizlerin kayıtlarına göre 1.845 bin,
Fransız kayıtlarına göre 1.600 bin,
İngiliz David’in raporuna göre 1.579 bin,
Amerikalıların hazırlattığı rapora göre 1.924 bin olarak kayıtlar vardır.
Şimdi bu rakamların hangisi doğru kabul edilmeli ya da edilecek?
Bu rakamlar arasında en gerçekçi rakam olarak İngilizlerin verdikleri rakam Lozan’da esas alınarak barış görüşmelere konu edilmiştir. Emperyalistlerin Lozan’da öne sürdükleri ve Ermeni halkına özel işlem istedikleri rakam David’in rakamıdır. Diğer bir ifade ile Lozan’da tartışmaya konu olan ve Osmanlıdaki Ermeni nüfus olarak kabul edilen rakam, 1.579 bin rakamıdır. Buna göre ne Osmanlının kayıtları ne de diğer kayıtlar dikkate alınmış.
Burada sorulması gereken diğer bir soru da şudur; 1922 yılına kadar Osmanlı topraklarında ne kadar Ermeni vatandaş vardı?
Bu sorunun cevabı Türk Tarih Kurumu tarafından araştırılmış.
Nasıl mı?
Tehcirden sonra ABD giriş yapan limanlardaki “Yolcu Defterleri” incelenmiş, ABD giriş yapan Osmanlı vatandaşı Ermenilerin isimleri tek tek çıkarılmış, sayılmış. Bu araştırmaya göre 1.200 bin Ermeni ABD ne sağ olarak giriş yapmış.
Tehcirden önce var olan Ermeni nüfusu ile tehcirden sonra varolan Ermeni nüfus arasındaki fark yaklaşık 420 bin olarak belirlenmiş. Yani Anadolu’da tehcir öncesi ve sonrası Ermeni nüfus kayıtlar bu rakamı gösteriyor. Bunun anlamı şudur, bu kadar Ermeni vatandaş göç ettirilmiş. Bunların ne kadarı yollarda hastalıktan, iklim şartlarından, eşkıya saldırılarından, görevlilerin ihmalinden dolayı zayi olduğu bilinmiyor, bilinmesi de pek mümkün görülmüyor.
Ancak bazı araştırmacılara ve Tarih Kurumu yetkililerine göre, tehcir sırasında eşkıyalar tarafından öldürülmüş yaklaşık 8 bin Ermeni tahmin ediliyor.
Diğer bir tahmin hastalıktan ölenlerin sayısı yaklaşık 35 bin civarında.
Rus askeri Doğu Anadolu işgalini terk ederken birlikte Rusya’ya, Erivan’a dönmek için 191 bin Ermeni yola çıkıyor, Rus ordusuyla birlikte. Bunların yaklaşık 161 bini Rusya’nın ilgisizliği, yiyecek ve destek vermemesi nedeniyle yolda aç bırakıldıkları için bir kısmı açlıktan, çoğu da hastalıktan ve soğuktan ölüyorlar. Bu rakamlara, kendilerini “farklı mezhep ve ırktan ” gösteren Ermeniler de dahil edilirse, Lozan’da esas kabul edilen Ermeni nüfusuna yakın bir rakam ortaya çıkmaktadır. Tabii ki bu rakamlar mahalli ve mülki idarelerce tutulan sevkıyat raporları, görgü tanıklarına dayanılarak tahmin ediliyor olmalıdır.
Tehcir sırasında öldürüldüğü iddia edilen ya da öyle varsayılan Ermeni vatandaşların nerede ve nasıl öldürüldüğü hakkında elle tutulur kanıt ortaya konulmadığı için bu iddialara karşı herkesin merak ettiği bir konu var; mademki katliam yapılmış diye iddia ediliyor, o zaman bu insanların da Müslümanlarınki gibi toplu mezarları olmalı. Fakat bugüne kadar Ermenilere ait tek toplu mezar gösterilemedi. Gösterildiği takdirde onların da mezarları açılmalı ve antropolojik incelemeye tabi tutulmalıdır.
Tehcir kararının alındığı 27 Mayıs 1915 tarihine kadar Doğu Anadolu’da, yani tehcir tarihine kadar 122 bin Müslüman vatandaş Ermeni çeteleri tarafından katledilmişlerdir. Bunların isimleri ve katledildikleri yerlerin isimleri Genel Kurmay kayıtlarında mevcuttur. Bunu saklamak ve inkâr etmek ne mümkün?!
Yine belgelere göre 1914-1915 yılları arasında Ermenilerce katledilen Müslüman sayısı 530 bin civarında olduğu biliniyor. Bu sayıya tehcir öncesi katledilen 122 bin dahildir. Katledildikleri tarihler, köyler, kasabalar, mahallerin hepsi kayıt altına alınmıştır. Bu sayı, bilinen ve kaydedilen rakamdır. Bir de bilinmeyen, kayıt altına alınmayanlar var. Kayıt altına alınanlardan birkaç örnek; Kars’ta 20 bin, Van’da 6 bin Müslüman yakılarak öldürüldü. İkinci Van isyanında 80-100 bin Müslüman Van’ı terk etti. Bunların 30 bini yollarda öldü. 17 Nisanda Van, 18 Nisanda da Bitlis düştü. Bu süreçlerde savaşarak ölenlerin yanı sıra toplu katliamlar da olmuştur.
Fransız işgali sırasında Ayintap (Antep) kuşatması boyunca Fransızlara yardım eden Ermeniler yine hayal kırıklığı yaşayacaklardı. Emellerine ulaşamadılar. Karşılıklı vuruşmada, Ayintap kuşatmasında ölen Türklerin sayısı da Ermenilerin sayısı da çok net değil. Müslüman halkın tahmin edilen rakam 7 bin civarındadır.
Ayintapli milislerin tarihe destan olan kahramanlıkları kelimelerle anlatılamaz. Kahramanlıklarının anısına bugünkü Gaziantep’te bulunan “şehitler anıtı” vardır. Milis kuvvetlerin başında, komutan “Şahin Bey” ismi dillere destan olmuştur. Aylar süren kuşatmadan dolayı şehir her türlü gıdadan mahrum bırakılmış; kedi ve köpekler de dahil yenecek tek canlı ve varlık kalmadığı için teslim oldu Ayintap! Kahramanca çarpışarak şehit olan milislerin başında Ayintapli Şahin Bey vardı; vefa borcu olarak her yıl bu kahramanlar anılmaktadır. Bu kuşatmada Fransızların birinci derecede destekçisi Ermeni vatandaşlardı. Bu başarıdan dolay bayram yapmaya başladı Ermeniler. Çünkü bu işgalle birlikte bir kısım Ermeni geri geldi Ayintap ve Maraş bölgesine. Ermeniler yeniden umutlanmaya, şımarmaya, “bağımsız Ermenistan” hayalini kurmaya başladılar. Diğer bir ifade ile tehcirle sönen hayalleri “hortlamaya” başladı. Ne yazık ki Fransızlardan da sonuç alınamayacağını kısa süre sonra anladılar. Ve geldikleri gibi geri döndüler.
Geri dönerken Klikya bölgesinde bulunan Ermeni kiliselerinde ne kadar değerli tarihi eşya varsa taşımaya başladılar. Bunun en tipik örneği Kozan Ermeni Kilisesidir. Buradaki tüm değerli eşyalar ve eserler beraberlerinde götürüldü. Bununla birlikte diğer Anadolu’daki birçok kilisenin, örneğin Sivas-Adana-Zeytun kiliselerin iç dizaynlarını ve kutsal sayılan dokunulmazları parça halinde taşıdılar. Bu kilise parçaları bugün Lübnan’da kurulan “Antilyas Müzesi” içinde sergilenmektedir. Bu müze aslında “Klikya Patrikhanesinin Müzesi” olarak da anılmaktadır.
Tenkit edilebilir özellikleri olmasına karşın 2. Abdülhamit’in yaptığını hatırlamak gerekir burada… 850 bin dönüm vatan toprağının Osmanlı Ermenileri tarafından satın alınması üzerine, Ermenilerin kendileri için “amansız düşman” dedikleri 2 Abdülhamit bunun ardındaki amacı sezer ve bu toprakları Ermenilerden geri alıp devletleştirir. Gerekçe olarak da şunu söyler; “..toprağın kullanma hakkı millete aittir, alana ait değildir” der. Ve bunu vasiyet eder. Bize düşen temel görev ise, Vasinin vasiyetine uygun olarak hareket etmektir. Bu belgeler, devletin geçmişini yansıtan arşivlerinde okunmayı ve incelenmeyi beklemektedir.
Devletin arşivi, o milletin-devletin milli hafızasıdır. Milletin hafızası milli kültürüdür, milli tarihidir. Bunlar da yazılı belgelerde, türkülerde, manilerde, folklorda saklıdır. Bunun için ne Osmanlı dönemini ne de Cumhuriyet dönemini birbirinden kopuk ya da ayrı sayamayız. Bunun için Ermeni konusunda Gazi Paşanın söylemleriyle yazılı belgeleri de burada hatırlamak gerek. 24 Nisan 1920 Mustafa Kemal Paşanın Ermeniler hakkındaki söylemi çok önemlidir. Bunun tekrar anlatılması ve hatırlanması gerekiyor. İşte Gazi Paşanın bu konudaki açık ifadeleri:
“Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi”. Mustafa Kemal Atatürk s.260-261, Nutuk.
Tıpkı Osmanlının son dönemlerinde, imparatorluk parçalanma sürecinde iken bile devleti idare eden siyasi (İttihat ve Terakki Partisi) kadrolarının tek bir gayesi vardı; imparatorluğun parçalanmasını engellemek… Tüm eksikliklerine rağmen idaredeki kadroların yüreğinde bir kor gibi yanan “vatan aşkı” idi. Gazi Mustafa Kemal Paşa da işte bunlardan biriydi.
Diğer bir örnek; emperyalistler, 1908de, “Klikya Ermeni Eyaletini” kurmak için 2. Abdülhamit’in Adana’daki “Mercimek” çiftliğinin Ermenilere verilmesini istediler. Bunu isteyen başta Fransa ve İngiltere, ileride Ermenilerin kurmak istedikleri “Büyük Ermeni İmparatorluğu” hayali için öncü hazırlık olmasını amaçlamışlardı. Buna, yine büyük bir politikacı ve önseziye sahip zeki insan 2. Abdülhamit’in ince siyaset manevraları engel olmuştu.
Şu anda, koca imparatorluktan elimizde kalan son vatan parçası Anadolu toprağını bölmek isteyenlere göz yumanları, vatan toprağını “arsa” diye gayrı milli kuruluşlara satışa engel olmayan siyasi iradeyi, devleti idare ettiklerini sananların liyakatini, ehliyetini, niyetini, ferasetini, vatan aşkını varın siz takdir ediniz.
Burada bizim amacımız, acı çeken her iki milletten zayi olan insanların ızdırap ve acılarını rakamsal trajedi ile ne azaltmak ne de arttırmaktır. Bu acı olayları her iki toplum maalesef yeterince yaşadı. Bunun ikide bir “temcit pilavı” gibi ısıtılıp gündeme getirilmesi ne Ermenileri ne de Türkleri haklı ya da haksız kılar.
Geçmişte yaşanmış acıları “ortak” bir noktada paylaşarak geleceğe bakmak gerektiği kanısındayım. Türkler Ermeni dostu, Ermeniler de Türk dostu olmaya mecbur değiller ancak iyi iki komşu olabilirler. Şartlar bunu gerektiriyor, başka da çare yok gibi görünüyor.
Sonuç olarak, emperyal güçlere sırtını dayayan ve onların aldatmacalarına kanan tarihteki Ermeni vatandaşlarımız “Ermeni İmparatorluğu” hayali yerine gözyaşı, acı ve sefaletle baş başa kaldılar. Umut ve temenni ediyorum ki, bugünkü Ermenistan’da yaşayan toplum ve Ermeni diasporası da fesini önüne koyar ve bir öz eleştiri yapar; “biz nerede hata yaptık?”, diye sorgular…