Kâinatın miftahı / anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de, mânen kapalıdır. Cenabı Hak bütün o kapıları ve kenzi mahfiyi / gizli hazineyi açan “Ene” / “Ben ve benlik” namında bir miftahı / anahtarı, insanın eline vermiştir.
Fakat, Ene de kapısı kapalı bir muamma ve bir bilmecedir. Bunun kapısı açılırsa, kâinatın da kapıları açılır.
Evet, Cenabı Hak insana bir Benlik, bir nevi / bir çeşit hürriyet vermiştir ki, Cenabı Hakkın Rububiyetine / terbiye ve idare edişine ait evsaf / nitelik ve özellikleri bilmek için; onu mevhum / vehmî ve hayal ürünü, farazî / var sayılan bir vahidi kıyasî / ölçü birimi yapsın.
İnsanın mahiyetinde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan “Ene” / “Ben ve Benlik” şuurunun, iki vechi / iki cihet ve yönü vardır.
Ki, biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız ilim ve irfan edinme yeteneğine sahiptir. Fakat fâil / yapan değildir. Diğer vechi ise şerre / kötülüğe bakar. Bu vecih ve yönüyle kendini fâil / yapan bilir.
Ene’nin mahiyeti / içyüzü mevhume yani vehmîdir. Rububiyeti / terbiye ediciliği hayalîdir. Vücudu bir şeyi hâmil / taşıyıcı ve yüklenici olamaz.
Ancak mizanü’l-hararet / sıcaklık ölçen termometre gibi, Vâcibü’l-Vücûdun / varlığı zarurî ve kendinden olan Allah’ın Rububiyetine / Rablığına ait muhit ve mutlak / her şeyi kuşatan sıfatlarını bilmek için, bir mizan / terazi vazifesi / görevini görüyor.
Eğer insan benliğine mizan / terazi nazarıyla bakarsa; kâinattan zihnine akıp gelen afâkî / dışa dönük malûmatı kendi malûmatı ile, İlahî sıfat ve tasarrufları da kendi sıfatlarıyla tasdik eder. Yine merciine / merkez ve kaynağına iade eder. Ve bu sayede bihakkın / hakkıyla emaneti ifa etmiş / yerine getirmiş olur.
Fakat kendisine müstakil / bağımsız nazarıyla bakmakla, kendini mâlik itikat eder / mâlik sanırsa emanete hıyanet etmiş olur. Zira semavat / gökler ve arzın / yerin; hamlinden / yüklenmesinden korkarak imtina ettikleri / kaçındıkları cihet Ene’nin işte bu cihetidir.
Çünkü dalâletler / azmalar, şirkler / Allah’a ortak koşmalar, şer ve kötülükler hep bu cihetten doğarlar.
Eğer vaktiyle o Ene’nin şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür; insanın vücudunu yutar.
Eğer milletin de enaniyet / bencillik ve egoistliği inzimam eder / eklenirse, Sâni’in / Sanatlı Yaratan Allah’ın emrine karşı, mübarezeye / çatışma ve kavgaya başlar. Tam mânasıyla bir şeytan olur. Sonra halkı da kendisine kıyas eder, esbabı / sebep ve vasıtaları da, o kıyasa dâhil eder. Büyük bir şirke düşer.
Velhasıl:
Allah’ı tanımak isteyen, evvel emirde, önce kendini tanımalı.
Evet, Allah’ı tanımak insanın kendini tanımasına bağlı.
Çünkü:
Allah’ın Zâtı’na yol yok. Zira:
“İdraki maalî (yüksek şeyleri anlamak) bu küçük akla gerekmez!
Zira bu terazi, o kadar sıkleti (ağırlığı) çekmez!”
Fakat Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden; Allah’ın Zâtına değil ama;
İsim ve sıfatlarının tezahür ettiği / zuhûr edip göründüğü masdar ve mekânlara yönelerek;
Mârifetullah / Yüce Allah’ı bilme yolunda,
Bir nebzecik de olsa, yol alabiliriz.
Çünkü:
Her şey “Heme ost.” değil;
“Heme ez ost.”dur
Yani her şey O değil;
Ama her şey O’ndandır.