Ramazan ayındayız, çok şükür. İftar ve sahur vakitlerini bazen tefekkürle bazen coşkuyla ifa ediyoruz. Evin hanımefendisinin veya annelerimizin hazırladığı yemekleri şifa niyetiyle yiyor, yemeklerden aldığımız lezzetle huzur buluyoruz. Hele aile fertlerinin tamamının sofrada yer alması evlerimizde, eminim, mutluluk iklimi teneffüs ettiriyor.
İftar ve sahur yemeklerinin hazırlanması ailemizin her bireyinde sıcak telaş ve heyecan oluşturur. Gün içinde hazırlanan yemeklerin kokusu, mübarek Cennet kokusudur sanki. Burnumuz, gözlerimiz, damaklarımız, midemiz lezzet panayırının aparatlarıdır. “İyi ki Ramazan geldi.” deriz
Endüstriyel iftar dönemine doğru savrulduğumuzu fark ettim bu Ramazan’da. Pandemi sürecinde bir zorunluluk olarak ortaya çıkan, dışarıdan kutu içinde yemek getirtme alışkanlığının yaygınlaşması, evlerimizdeki iftar heyecanını da öldürmüş görünüyor. Son dakikada getirilen yemekler, ev halkında ne heyecan oluşturuyor ne de tazelik tadı taşıyor. Tam bir sanayi ürünü. Donmuş yağlar, kimliğini kaybetmiş gıdalar, damağımızda lezzet oluştursa da midemize oturuyor.
Evde imkân varken lokanta, restoran, kafe gibi yerlerde yemek yenmesini, bilhassa iftar yapılmasını bir türlü anlayamamışımdır. Ne kültürüme ne alışkanlıklarıma ne de ekonomime uygun düşer böyle bir tercih. İftarım; az olsun, evimde olsun, huzurla olsun isterim.
Artık, geniş ailemizin büyüğü sayılıyoruz. İftar sonrası kız isteme görevi nedeniyle İstanbul’a gitmem gerekti. İsteğimin dışında davet sahibinin tercihiyle iftarın ünlü bir köftecide yapılacağı bildirildi. Mekâna çeyrek saat kadar geç intikal ettik. Birkaç dakikalık otopark sorunu yaşadıktan sonra iftar saati geçmesine rağmen sırada bekleyenleri aşarak bizi sabırsızlıkla bekleyenlere ulaşabildik. Kapıdaki gençlerin “Yer yok” uyarılarını dikkate almadan, bize yer ayrıldığı için zafer kazanmış komutan edasıyla masamızdaki yerimize oturduk. Baygın salatalar, beş zeytin, bir parça pide birkaç saat öncesinden masaya konumlanmış izlenimi veriyordu. Yiyebileceğimiz fazla seçenek de yoktu. Zorunlu tercihimiz, çorba ve köfte olmalıydı. Çorba fena değildi; köfteler, seri üretim yapan makinenin zulmünden kurtulmuş lastik parçalarıydı sanki. Masadaki baharatla lezzet katmasaydım her biri ağız boşluğumda esas duruşa geçecekti. Herkes yemeğini bitirdiği halde ben hala köftelerle meydan savaşı yapıyordum. Çayımı dahi içmeye vakit kalmamıştı. Çatal kaşık sesleri, içerideki telaşın uğultusu, hanemizdeki iftar iklimine oldukça uzaktı. Buna rağmen insanlar, yemek için yer bulabilmenin, tek tip turuncu kıyafetli gençler, müşterilerini bir an önce gönderebilmenin telaşındaydı. Böyle bir ortamda, tuttuğum orucun huzurunu duymam, yediklerimin lezzetini almam mümkün olamazdı. O gün, endüstriyel iftar yapmıştık.
Önce endüstri girdi hayatımıza, sonra dijital. Bu yenilikler heyecan verdi bize, işimizi kolaylaştırdı. Uzaklar yakın oldu, geceler gündüz… Zorluklar kolaylaştı, ancak insanlar birbirinden uzaklaştı. Evlerimizin konforu arttı, mekânlar genişledi, fakat gönüller daraldı. Lezzeti kaybettik, huzuru kovduk, dostlukları unuttuk. Aşkı, sevgiyi, merhameti, saygıyı, cömertliği edebiyatımıza bizden sonraki nesillerin kullanmayacağı, kıymetsiz miras bıraktık.
Annelerimiz yemeklerimize sevgilerini, dualarını katardı. Parmaklarımızı yalardık o yemekleri yerken. Babalarımız ümitle, şefkatle bakardı yüzümüze ışıl ışıl gözleriyle, bizler erirdik o sevgi dolu bakışlarla. Hele dedelerimiz, ninelerimiz vardı, toz kondurmazlardı üzerimize; babalarımız sermaye, bizse servettik onlar için, Cennet meyvesiydik. Yer sofrasına otururduk. O zaman dijital kölelik yoktu, endüstri henüz emekliyordu.
Endüstriyi, dijitali hayatımıza bu kadar sokmak bizim tercihimiz, ancak bilinçsizce bir tercih. İnsani değerlerimizden neyi ne kadar götürdüğünü tahlil etmeden hayatımıza soktuğumuz bir tercih. Mecbur değiliz, pragmatist olmaya. İnsan olmak, sadece insani değerleri yaşatmak ve yüceltmek değildir; her yeniliği, gelişmeyi, teknolojiyi yüksek bilinç ve iradeyle yönetme erdemine sahip olmaktır. “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendisinden bir ikram olarak size musahhar etmiştir. Şüphesiz bunda düşünen toplum için önemli ayetler vardır.” (Casiye 13) İlahi buyruğu, bu zaviyeden düşünüldüğünde daha derin anlam kazanıyor.
Endüstri ve dijitalden uzak iftar herkesin hakkı. Özellikle kendileri adına hayıflandığım orta ve yeni nesle tavsiye ederim.