– Başbakan çok endişeli..
– Eh. Öyle de olması lazım. Başbakanların meslek hayatı hep böyle sürer gider. Yıllar boyu gazetelerin birinci sayfalarında çıkmaları gerekir. Ki buna da bayılırlar. Onlar uzun ince bir yoldan giderler. Sevinçten havaya uçtukları zaferden, aşağılık bir başarısızlığa. Ve sonra da milletin yeni kurtarıcısının yolunu açarlar. Buna da demokrasi denir.
– Şunun cevabını bulamıyorum. İnsan niye Başbakan olmak ister ki?
– Mesleki tecrübe gerektirmeyen yegâne ve en iyi iş budur da ondan. Eğitim gerektirmez, nitelik istemez, sınırlı bir zekâ yeter.
– Siz demokrasiye inanıyor musunuz?
– Demokrasi halkın iradesini icra etmek olmamalı. Halk adına karar verecek nitelikte olanların siyasetine, halkın rızasını almayı garantilemek olmalı.
– Kimler gibi mesela?
– Bizler gibi tabi. Tüm seçmenler bizim kadar zeki olsalardı o zaman bu iş (demokrasi) yürürdü.
Bu diyalog meşhur “Emret Başbakanım” dizisinin yeni bölümünde yer alıyor. BBC yapımı olan, 1980’li yılların bu TV dizisi TRT’de de yayımlanmıştı. “Hükümete ve devlet yapısına yönelttiği sert eleştirilerle” dikkat çeken dizi, şimdi yeniden farklı sanatçılarla çekilerek yayımlanıyor.
Güçlü bir bürokratik geleneği olan İngiltere’de siyasiler ile bürokratların işbirliği ve çatışmaları çok çarpıcı. Başbakanlıkta bizim “müsteşar” olarak nitelendirebileceğimiz “daimi sekreter” olarak çalışan Sir Humphrey ile Başbakan’ın “özel sekreteri” Bernard arasındaki geçiyor bu konuşma.
Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin eski güçlü bürokratik geleneği yıkıldığı için, “daimi sekreter” Sir Humprey’in ağzından dile getirilen “demokrasi” anlayışı, bizde iktidardaki siyasilerin anlayışını yansıtmakta.
Başbakan veya yakın çevresinin, halka karşı farklı konuşsalar da, içlerindeki samimi inancın şu olduğu kanaatindeyim: “Halk adına karar verebilecek nitelikte olan benim. Demokrasi halkın iradesini icra etmek değildir. Benim siyasetime halkın rızasını almaktan ibarettir.” Burada da halkın tamamının değil, yüzde ellisinin rızasını almak yeterli görünmektedir.
Başbakan’ın bu anlayışı yansıtan şu cümlelerini hatırlayınız: “Önce haddini bileceksin. Ne platformu olursan ol… Ayaklar ne zaman baş olmaya başladı?” “Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar.”
*****
Bu zihniyetin uygulamasını da bugün açıklanan “demokrasi paketi“ne bakarak bulabiliriz.
Bu paketler, Yılmaz Özdil’in son kitabında yazdığı gibi AKP iktidarının ilk yıllarında başlamıştı: “2003 yılında AB’ye uyum ayaklarıyla Eve Dönüş Yasası zart diye Meclis’ten geçti. Bu yasanın aslında ne anlama geldiğini PKK’yla arası çok iyi olan gazeteci Mehmet Ali Birand köşesinde yazdı. ‘Kandil Dağı’ndaki suça karışmamış PKK’lılar Türkiye’ye dönecek, Murat Karayılan, Cemil Bayık gibi 100 kadar PKK yöneticisi, siyasi göçmen olarak Norveç’e gönderilecek, Norveç’le görüşmeler başladı’ dedi.”
Seneler sonra MİT’in PKK ile Oslo’da masaya oturduğu ortaya çıktı.
Ancak bütün bu yapılanlar bizzat Başbakan’ın öncülüğünde AKP yetkilileri tarafından hep yalanlandı. “PKK ile müzakere yapılıyor” diyenler “şerefsizlikle” suçlandı. Bu manaya gelebilecek yazı, karikatür vb yayınlara karşı davalar açıldı.
2013 Haziran ayından bu yana PKK’nın Kandil’deki bir numarası dâhil çok sayıda militana eve dönüş yolunun açılacağı yeni düzenleme hazırlıkları devam ediyor. “Kışanak ve Demirtaş yetmez, demokratikleşme için Bayık, Karayılan ve Öcalan da Meclis’te olmalı” diyenlerin paket‘e oyu bellidir: “Yetmez ama evet.”
*****
“Emret Başbakanım” dizisinde, “siyasetçilerin basın ve seçmen karşısında yalan söylemeksizin herkesin duymak istediğini söylemesi, buna rağmen kendisini bağlayıcı sorumluluk altına girmemesi sergileniyordu.”
Türkiye’de Başbakan da bunu taklit eden örnekler vermişti: Mesela İstanbul Belediye Başkanı’yken katıldığı bir TV programında bir vatandaş telefonla yayına bağlanarak “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye sormuştu. Erdoğan’ın cevabı “seviyorum desem inanmayacaksın, sevmiyorum desem zil takıp oynayacaksın” olmuştu.
PKK ile görüşmeler açığa çıktığında da “ben görüşmüyorum, devlet kurumları görüşüyor”; bir süre daha zaman geçip şartlar değişince de, “MİT Müsteşarını görüşmek üzere ben görevlendirdim ama pazarlık söz konusu değil” diye konuşmuştu.
Bunlar “evet” veya “hayır” diye cevap verilebilecek basit sorulara, uzunca dolambaçlı cevaplar verilmesi suretiyle sorumluluktan kurtulma çabalarıydı. Ancak “Emret Başbakanım” dizisindeki Başbakanın “yalan söylemeksizin, kendisini bağlayıcı sorumluluk altına girmemesini sağlayan” zekâ ışıldayan cümlelerinin yanında bunlar çok sönük kalıyordu.
*****
Arslan Bulut şu soruyu onlarca defa sordu: “Tayyip Erdoğan, 2001 yılında New York’tan gönderilen ve özeti ‘Yerel yönetimlere özerklik vermeyi kabul etmeniz halinde yeni kuracağınız partiyi destekleyeceğiz’ şeklinde olan 3,5 sayfalık gizli belgeyi, AKP’nin programı haline getirmedi mi? 11 yıl önce verdiği söz, bu söz değil midir?”
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı paket, kendi ifadesiyle, “Türkiye’de şartlar oluştuğu; engeller, dirençler ortadan kalktığı için 11 yıllık zincirin bir halkası olarak” açılıyor ve nihai hedefe kadar yeni paketler açılacak.
“Özel okullarda başlatılacak Kürtçe ve diğer dillerde eğitim ve Kürtçe kamu hizmetlerine erişim”, Kürtçe ve diğer yerel dillerde propaganda yapılabilmesi, Kürtçede kullanılan w,q,x harflerinin serbest olması, “özerklik adımlarının atılması,” “BDP’nin Hazine yardımından yararlanması” ile Türk insanı nasıl özgürleşecek, nasıl daha demokrat bir ülke olacağız? sorularına cevap verilemeyeceği için, kamu kurumlarında başörtüsü serbestliği vb bazı düzenlemelerle olay örtülmek isteniyor.
Halkın iradesini icra etmek yerine, “büyük oyunun” sahiplerinin planlarına uyuluyor.
Mesele şudur: Millet demokrasi ambalajına sarılmış bu ABD/PKK planına destek verir mi?
*****
Ben söylesem inanmazlar. Bir ABD Başkanının sözüne itibar ederler. Abraham Lincoln‘ün sözü ile bitirelim:
“Herkesi bir kere kandırabilirsiniz, birini her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandırmazsınız.”