Elveda Ya Ramazan

65

Güzel yaşanmışlıklar çabuk bitermiş. İnsan, sahip olduğu kıymetlerin değerini, elden çıktığında anlıyormuş.  İşte mübarek ramazan ayı da bütün güzellikleriyle sefalar getirdi. Hanelerimize, en çok da gönüllerimize misafir oldu, sonra da bir çırpıda bitti. Yüreğimizi hüzün kapladı bir nebze.

Bir aydır yaşadığımız uhrevi havanın tadıyla huzur bulduk. Dünya endişelerimizi, sorunlarımızı, dertlerimizi, koşuşturmalarımızı bir nebze erteledik. Bitmek bilmeyen gereksiz arzularımıza, sonu gelmeyen sınırsız heveslerimize kulak tıkadık.

Yüreğimizi hoşgörüye, affetmeye, sabra, şükre, tevekküle açmanın doyulmaz huzurunu yaşamaya başladık. Maddi hayatımızda bir değişme olmamasına rağmen daha bir huzurlu, daha çok mutluyduk sanki.

Bitmeyen planlar yaparak, huzura ulaşmanın gayreti içinde tedirgin ve endişeyle koştururken, ramazanın imbat rüzgârlarıyla bir anda serinledik. Tüm endişelerimizden soyutlanarak manevi enginliklere yelken açtık.

Sıcacık paylaşımlarda bulunduk, ihmal ettiklerimizi aramanın mutluluğunu yaşadık. Hatır sormalarla, tatlı tebessümlerle çevremize pozitif enerji dağıttık. Etrafımızdakilere değerli olduklarını hissettirmenin gururunu yaşadık.

“Paylaşmanın, hatırlamanın, gönül almanın, güzel dileklerin, sabrın, metanetin vefanın, hediyeleşmenin” vb. iyiliklerin yaşantımıza daha fazla girmesinin doyulmaz tadına ulaştık.

Can dostumuz ramazan-ı şerif gelmeden önce, az da olsa; “acaba sabredebilecek miyim?” telaşına kapılmıştık. Fakat öyle olmadı. Vefalı bir yar gibi, tatlı bir huzur getirdi. Munis, hoşgörülü, sevecen, samimi bir üslupla bizlere tebessüm etti.  Güven ve sabır dağıttı, insanlığımızı, sevmeyi ve saymayı,  gerçek benliğimizi hatırlattı.

Candan bir arkadaş, hakiki bir dost gibi sardı sarmaladı her birimizi. Ötelememeyi, paylaşmanın değerini öğretti. Kırgınlıkları sildi gönüllerimizden. Affetmeyi, şefkati tebessümü getirdi yüreklerimize.

Mutluluğun, huzurun uzaklarda değil, yanı başımızda olduğunu hatırladık. Kendimizi gözden geçirme fırsatı bulduk. Eksikliklerimizi gördük, ötelediğimiz iyilikleri şevkle tamamlama fırsatı bulduk.

Zor sandığımız “sabretme, affetme, paylaşma” vb. hasletler mizacımız oldu. Yüreğimiz yumuşadı, duygularımız merhamete geldi. Yüzümüzde tebessüm, gözlerimizde umudun pırıltıları yer aldı.

Ramazan-ı Şerif o kadar güzel hediyeler getirmişti ki bizlere; onlara kavuştuğumuzda, sahip olduğumuz halde zamanla unuttuğumuz; “insani ve vicdani değerlerimizi yeniden beynimize ve yüreğimize yükledik.

Bunların hepsi “insan olmamızın” mihenk taşlarıydı. Olmadığında eksik kalan parçalarımızdılar. Onlarsız “tam, bütün” olamayacağımızı bir kez daha hatırladık. Bunlar; sevgiydi, saygıydı, değer vermeydi, ötelememekti, sormayanı aramaktı.  İyilikti, hoşgörüydü, sabırdı, sebattı, paylaşmaydı, affetmekti, komşuluktu, akraba eş dost hatırıydı. Yardımlaşmaydı, nadide temennilerdi, duaydı, tebessümdü, hatırlamaydı.

Bizi “biz” yapan aile ve toplum iksirimizdi açıkçası. Bunların her biri bizlere rehber oldu. Onlarla, ailemizin, akrabalarımızın, komşularımızın, sevdiklerimizin, öksüz ve gariplerin, unutulanların yüreğine dokunma imkânı bulduk. Böylece insanlığımızı hatırladık.

San ki dünyamız değişti. Sıkıcı, tekdüze, tatsız tuzsuz geçen günlerimize tatlı bir heyecan, koşuşturmalı bir huzur yayıldı. Her anımız daha bir anlamlı ve değerli geçmeye başlamıştı. İnsanlar daha iyi, çevremiz daha temiz ve yeşil, esen rüzgârlar tatlı bir meltem, yağan yağmurlar yıkayan bir mutluluktu adeta. Yaşamak daha da güzeldi bu kez. İşte yaşama sevinci buydu galiba.

Söylemlerimiz pozitif, sabrımız daha fazla, hoşgörümüz candan, tebessümümüz daha bir güzeldi. Yüreğimizde küllenen değerli hazineler ortaya çıkmaya başlamıştı teker teker. Kalbimiz daha yumuşak ve şefkatli atıyor, gözlerimiz daha merhametli ve anlamlı bakıyordu.

Öfke ve kızgınlığın fay hattı şeklindeki keskin yüz çizgilerimiz kaybolmuş, tebessümlerimiz yüzümüzde gül açmıştı. Kandillerde tebrikleşiyor, gariplere düşkünlere yardım kolileri hazırlayarak, paylaşmanın tadını yaşıyorduk.

İçimizdeki karamsarlıklar, küskünlük ve kırılganlıklar uçup gitmişti bir anda. Zihnimizi meşgul eden gereksiz duygu ve düşünceleri temizlemenin bir tatlı huzurunu yaşıyorduk.

“Ben” duygumuz kaybolmuş, “biz” olmuştuk adeta. Bencilce oluşturduğumuz hayalimizdeki “sırça saray” lardan çıkarak, var olduklarından haberimizin bile olmadığı yoksul komşumuzun, akrabamızın mütevazı, gerçek mekânlarını severek hatırlama fırsatı bulmuştuk.

Açıkçası; “aile”, millet” ve “insan” olmak buydu belki de. Bunu kendimiz başarmıştık. İsteyerek, idrak ederek, sevinerek ve bizzat yaşayarak.

Şimdi, vefalı, candan, özlenen ve özleten bir dostu uğurlamanın kederi var bakışlarımızda. Kimimiz güzel şeyler yaptığıyla teselli bularken, bazılarımız fazlasını  yapamadığının “keşke” si içinde… Fakat tekrar gelecek olması, “umut çiçeklerimiz ”e can suyu. Özlemlerimize “müjde” rahatlığı olacak. 

Ne var ki o gün geldiğinde, ulu çınarlardan çok değerli yaprakların döküleceği,  kimi tatlı canların, “genç ihtiyar demeden bu vefasız dünyadan” ayrılacağı, “istemesek de” acı bir gerçek.

Seni çok sevdik, sultanlar sultanı. Koşulsuz sınırsız ve içten. Sana doyamadık bir türlü. O yüzden hep özleyeceğiz, gelmeni ve getireceklerini.

Bizlere hediye ettiğin nadide güzellikler aklımızda ve gönlümüzde. Umarım bunları küllendirmeden, en iyi şekilde yaşarız bundan sonra.

“Elveda…” demeye dilimiz varmıyor, zira vedalaşmak, dönmeyenler içinmiş.  Biliyoruz ki yine geleceksin.

Umudum o ki sevenlerin yine sana kavuşacak… Güle güle git Ya Şehri Ramazan, güle güle…

Sevgiyle kalın…