Kişinin kendinden bahsetmesi, şüphesiz, sevimli bir durum
değildir. İtici olur, alaya alınmaya yol açar. Anlatan kişinin de kendini
beğenmişliğini kuvvetlendirir. Başkalarının seni yüceltmesi, övmesi daha istenilen,
tercih edilen yoldur. Ancak, anlatılacak konu, güzel bir örneklik taşıyor,
örnekliğin etkisine inanılıyorsa anlayışla karşılanabilir, kanaatindeyim.
Bu konuyu ele almama, televizyonda dinlediğim bir haber
sebep oldu. Bir şehrimizde, öğretmen, ilkokul birinci sınıf öğrencilerini
karşısına alıyor, o yaştaki çocuklara söylenmemesi gereken laflar söylüyor, her
birine hakaret ediyor. “Siz ne aptal şeysiniz, sizi bu sınıfa, bu kadar aptalı
seçerek mi gönderdiler” cümleleri en masum olanları. Video kaydından öğrenci
sesleri de geliyor, bir öğrencinin “Sizi müdür beye şikâyet edeceğim” cümlesi
seçilebiliyor. Bu haberi okuyan spiker, “Ben fakir bir ailenin çocuğuydum.
Öğretmenim bir defasında benim fakirliğimle alay etmişti. Bu kırgınlığımı hiç
unutamadım. İstedim ki bir gün o öğretmen karşıma çıksın, o günü ona
hatırlatayım, ezilmişliğimin, üzülmüşlüğümün ıstırabını ona da yaşatayım. Ancak
bir daha onunla karşılaşma şansı yakalayamadım.” cümleleriyle habere katkıda
bulundu.
Gök kubbe altında söylenen hiçbir söz yankısız kalmıyor,
hiçbir olay unutulmuyor. Söz ve olayın güzeli de çirkini de hafızalarda yer
ediyor, bir gün bizi buluyor. Gök kubbede hoş bir seda bırakmak, en değerli
mirasımız, varlık nedenimiz olmalı.
Ektiğini biçmek, hem tabiatın hem sosyal olayların yasası.
Biçtiklerinden memnun değilsen ektiklerine bakacaksın. Gençler hayalleri,
yaşlılar hatıraları ile yaşarmış. Artık anılarıyla yaşayan ve ektiklerini biçen
yaş grubunda bulunuyoruz.
Mevcut hobilerimi geliştirmek, yeni hobiler edinmek için
gittiğim kurs binasında bir dersliğin önünden geçerken ders anlatmakta olan
öğretmenin dikkatini çekmişim. Göz göze geldik. Bana kursta öğretmen olup
olmadığımı sordu. Yaşı ilerlemiş bir öğrenci olduğumu söyledim. Sesimi duyunca
“Hocam!” diye az kalsın çığlık atıyordu. Yaklaşık yirmi sene önceki öğrencilerimdenmiş.
Beni kursiyerlerine büyük bir övgü ve zevkle takdim etti. Dersini dinlemeye
davet etti. Diksiyon dersi veriyordu. “Heyecanlanırsın.” dedim, mutlu olacağını
söyledi. Bir ders saati kendisini dinledim. Gayet başarılıydı. Dersin sonunda
“Hocam, sizden öğrendiklerimizi anlatıyoruz, bize çok şey verdiniz.” demesi,
öğretmenlik mesleğimi tercih etmemdeki memnuniyetimi artırdı.
Adı, Ayşegül. O, şimdi bir özel okulda başarılı, değerbilir
ve değerli bir edebiyat öğretmeni. Yolum, çalıştığı okula düştü. Dostumuz müdür
beyle görüştüğüm halde Ayşegül’e selam vermemek büyük bir haksızlık olurdu.
Kendisine haber gitti. Odaya gelip beni gördüğünde mutluluğunu izaha kelimeler
yetmez. Bir süre sohbet ettik. Ayşegül’ün ağzından çıkan “Hocam sizin
örneklerinizi hala derslerde kullanıyorum. Örnekliğinizi unutamıyorum, taklit
ediyorum. Bizi çok yorar, zaman zaman dersinize alır, ayrıca dersimi
dinlerdiniz. Zümre toplantılarında beni terletirdiniz. Meğer ben sizin ustalığınızla
ne kadar güzel şeyler öğrenmişim. Zaman zaman öğrencilerime ve arkadaşlarıma
sizden bahsediyorum.” Yirmi yıl önce benimle stajyerliğini tamamlayan bir güzel
insandan bu cümleleri duymak, övüncümü ve şükrümü artırdı. Bir kelebek kadar
hafiftim sanki o gün.
Bir nedenle bir toplulukta bulunuyorsunuz. Çocuğunun
öğretmenliğini yaptığınızı ifade eden bir velinin sizi, o ortamda bulunanlara
“kızımın üniversite sınavlarında iyi bir puan almasında ve şimdi iyi bir meslek
sahibi olmasında büyük emeği olan kişi” diye takdim etmesi, kadirşinaslığa,
vefaya muhatap olmanız; hafızalarda bu ahlak ve emeğinizle yer edinmeniz, ne
kadar değerli bir olgu. Hangi yola çıkarsan çık, çıkış niyetin seni değerli
kılıyor. İyi bir hekim, iyi bir öğretmen, iyi bir yönetici, iyi bir temizlikçi
olmak; hep niyetle ilgili. Herhangi bir meslek sahibi olabilirsin, en azından
insansın, o meslekteki değerin veya insanlığın, niyetinle ilgili. Bir yakınım,
hırslı bir ilkokul öğretmeniyle eğitim hayatına başladı. Ancak öğretmeninin,
derslerinde çağdaşlık adına inançlı insanlara yönelik yaptığı acımasız
değerlendirmelerin etkisinden hiç kurtulamadı. Bilinçaltına yerleşen kompleksi
bir türlü atamadığını, onun her davranışında görüyorum.
Ustasınız, aracına zarar verdiğiniz müşteri ile karşılaşsanız;
öğretmensiniz, öğrenciniz olmaktan dolayı sizi kötü yönlerinizle hatırlayan
biriyle yüz yüze gelseniz; yöneticisiniz, uyguladığınız mobbing etkisiyle
hayatı kararan biri bir gün gözlerinizin için baksa; hekimsiniz, tedavi
yönteminiz veya ihmalkârlığınız sebebiyle kötürüm olan hastanız ya da hasta
yakınınız size beddua etse neler hissedersiniz? Bütün bu aşağılanmaların, kötü
örneklerin öznesi olmak ister misiniz? Yaptığımız işten, kurduğumuz
ilişkilerden dolayı bir utanç içinde olmamak, yaşarken büyük bir özgürlük,
öldükten sonra da bizim için büyük bir nimet, çocuklarımız ve torunlarımız için
de büyük bir övünçtür. Hayatımıza öyle yön vermeliyiz ki herkesin “Eyvah!”
diyeceği “o gün”de yaptıklarından pişmanlık duymayan ayrıcalıklı insanlardan
olalım. Bu dünyadan gelip geçmek, işte o zaman daha anlamlı olur, cevabını
aradığımız sorunun cevabını yaşarken vermiş oluruz.
Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar, der atalarımız.
Yol bilmek, yöntem bilmektir. Hani demişti ya şair: “Yol
onun, varlık onun, gerisi angarya!”