Döviz kurlarında endişe verici artış, Merkez Bankası’nın iki defa faiz artırımı yapmasıyla bir nebze duruldu.
Ancak faiz artışı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hiç istemediği bir şeydi. Mecbur kaldı, Merkez Bankası’nın bağladığı elini kolunu serbest bıraktı, faizler arttı.
Şimdi de Erdoğan dönemi ekonomisinin tek dayanağı inşaat sektörü faiz artışından zarar görecek. Hatta sadece inşaat sektörü değil taksitli satışlarla ayakta duran otomotiv, iletişim ve diğer bütün sektörler olumsuz etkilenecek.
Zaten son yıllarda üretilen konutların bir kısmı satılamadığından konut stoku her sene artıyordu. Toplamda 2 milyon 130 bin konut satılamadığı için stokta bekliyor. Hiç yeni konut yapılmasa bile 3,5 yılda satılabilecek büyük bir stok bu.
Hükümet, inşaat sektörünü canlandırmak için tapu harcında indirim, KDV’de indirim ve damga vergisinden muafiyet gibi yasal düzenlemeler yapmış, satışları canlandırmaya çalışmıştı. Şimdi faiz artışı ile konut satışlarının azalması bekleniyor.
***
Prof. Dr. Güngör Uras‘ın cümleleri ile özetleyelim: Son 16 seneden beri “biz imalat sanayiine yatırım yapmaktan vazgeçtik. Özel sektörün yatırım kaynaklarının büyük bölümünü konut yatırımına harcadık.”
“Konut yatırımı ‘sosyal yatırımdır’. İnşaat sırasında ekonomiye katkıda bulunur. İnşaat tamamlandıktan sonra ‘üretime-ekonomiye’ katkı yapmaz.”
“Ülkenin büyümesi, üretimin, gelirin, istihdamın, ihracatın artması için her yıl imalat sanayiine yatırım yapmak zorundayız.”
Erdoğan ve Ak Parti hükümetlerinin ekonomik tercihleri sonunda bizi “uçurumun kenarına” getirdi.
Bu tercihin sebebi, belirli bir zümre yararına rant üretmesi idi.
Oysa bu 16 yılda yapılması gereken, üretim yapısının, ileri teknolojinin yoğun olarak kullanıldığı, yüksek katma değer yaratan bir sanayi yapısına dönüştürülmesiydi.
Döviz artışı mı, faizlerin yükselmesi mi? “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” hali idi.
Erdoğan ideolojik saiklerle TCMB’nın elini kolunu bağladı, zamanında tedbir alınamadı. Döviz de yükseldi, faiz de. Kısaca sakal da, bıyık da tükürük içinde kaldı.
Esas vahim olan borcu borçla kapatarak vaziyeti idare eden Türkiye artık çarkı döndüremez hale geldi.
2002’de 130 milyar dolar olan toplam dış borçlarımız 2017 sonunda 453 milyar dolara ulaştı.
Sadece bu yıl ödenmesi gereken 236 milyar dolarlık muazzam bir borç yükü ile karşı karşıyayız.
******************************
Hukuka Güven ve Ekonomi
İster dış sermaye, isterse iç sermaye olsun, sermaye ürkektir. Güven ister.
Sermaye hukuk devletine, hukuk düzeninin teminatının olduğu yere yatırım yapar.
Mahkeme kararına dahi ihtiyaç duymadan idare keyfi kararlar ile şahısların mallarının ve banka hesaplarının bloke edildiği bir ekonomiye sahipseniz yabancı yatırımcı gelmez.
Bırakın yabancı sermayeyi yerli sermaye bile dışarıya kaçmayı düşünür.
Türkiye işte bu hale düştü.
Bir yandan yabancı sermaye, diğer taraftan Türkiye’nin en güçlü holdingleri yurtdışına kaçıyor. Üstelik de borç ödemelerinin en yoğun olduğu bir dönemde.
Uçurumun kenarından dönüş için iki şeyin birden yapılması gerekiyor:
- Hukukun üstünlüğü kavramının içselleştirilmesi ve hukuk düzeni teminatının sağlanması.
- Güçlü bir istikrar programı ve akabinde üretime dayalı bir ekonomik modelin uygulanması.
******************************
Büyüme Rakamları İnandırıcı Değil
Türkiye’nin 2018 birinci çeyreğinde de yüzde 7,4 oranında büyüdüğü açıklandı. Bazı ekonomi yazarları açıklanan rakamları inandırıcı bulmuyor.
“Büyümeyi açıklayan kurum inandırıcılığı kalmayan finansal manipülasyon yapıyor ve ölçüm şablonu tamamen yanlış… Yahu siz hiç büyümesi hızlanırken işsizliği yükselen bir ekonomi gördünüz mü? Kimse de inanmıyor! Dolar artıyor, borsa düşüyor, faizler yükseliyor. Sahi kime açıklıyor bu büyümeyi?” yorumları yapılıyor. (Murat Muratoğlu)
Mesela aynı zamanda iyi bir ekonomi tahsili ve birikimi olan Şükrü Elekdağ‘a göre, “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan bu oran, hem ekonominin temel göstergeleriyle uyuşmaması, hem de TÜİK’in daha önceki keyfi hareketleri ve güven vermeyen sicili nedeniyle, tereddütle karşılanıyor.”
“Bir ekonominin yüzde 7,4 büyüme kapasitesi varsa, o ekonomi için ağır maliyetler ve sorunlar yaratma pahasına, kapsamlı vergi afları getirmeye, Kredi Garanti Fonu (KGB) vasıtasıyla tüketim yaratma amacıyla aşırı kredi pompalamaya, onlarca milyar liraya varan batık krediyi kamuoyundan saklamaya ve “mortgage” faizlerini zorla aşağı çekmeye gerek duyulmamalı!”
“Keza, bu kapasitede bir ekonomide enflasyon hesaplaması kamuoyunu aldatmak amacıyla “değişken endekse” göre yapılır ve bu yolla kamuoyu aldatılır mı? TÜİK’in, işine geldiği gibi fiyatı çok artan kalemleri endeksten çıkarıp, fiyatı daha az artan kalemlerle değiştirme marifetinin (!) gerçekleri çarpıtma amacını taşıdığını artık cümle alem biliyor. Bu şekilde resmi enflasyon, gerçek enflasyonun çok altında gösteriliyor.”
“Son bir yılda TL dolara karşı yüzde 30’a yakın değer kaybetmişken, enflasyonun ancak yüzde 12’ye çıkmış olması da gerçekçi bulunmuyor.”
MEĞER HESAP METODUNU DEĞİŞTİRMİŞLER
“Ekonomik büyüme konusunda TÜİK 2017 milli gelir hesaplanmasında bir metodoloji değişikliğine gitmiş ve kayıt dışı ekonomiden kayıtlı ekonomiye geçiş oranını artırıvermiş!
Yani, 2017’de ve 2018 ilk çeyreğinde ekonomimizin yüzde 7,4 büyüme gerçekleştirdiği iddiası gerçeği yansıtmıyor!..”
Bakınız devletin kurumlarına güven kaybolunca 7.4 büyüme rakamı açıklandığında bile sevinemiyoruz.