HİÇ BİR ŞEY SÜRPRİZ OLMAMALI: Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ekonomik açıdan çok tehlikeli bir dönemden geçtiğimizi net ifadelerle açıkladı: “Hiçbir şey sürpriz olmamalı. Kimse ‘Biz bu kadarını da beklemiyorduk’ dememeli ve tedbiri elden bırakmamalı.” Babacan “Dünyanın son yüzyılın hiçbir dönemiyle mukayese edilemeyecek kadar karmaşık bir dönemden geçtiğini belirterek, “Global krizin vardığı şu noktada hem hükümetin hem tüm devlet kuruluşlarımızın, hem şirketlerimizin farklı senaryolara hazır olması gerekecek. Hiçbir şey sürpriz olmamalı bu dönemde. Şirketler böylesi bir ortamda tedbiri elden bırakmamalı.
Bu dönemde ‘deve adımları‘ ile yürümeliyiz. Deve yürüyüşü çok sağlamdır. Develer çölde, çok uzun ve zorlu yolu bu sağlam adımlarla alırlar, hedeflerine de ulaşırlar. Bizim de öyle gitmemiz lazım” dedi.
TÜRKİYE KÜRESEL EKONOMİYE ENTEGRE: Özal’dan bugüne Türkiye dünya ekonomileri ile entegre hale geldi. Küresel ekonomik şartlardan bağımsız bir davranış göstermesi mümkün değil.
Son on yılda Türkiye’nin gerçekleştirdiği büyüme rakamları ve fiyat istikrarı, küresel ekonominin yaşadığı olumlu şartların eseriydi. Türkiye 80 yılda yaptığı dış borcun üç katını son sekiz yılda yaptı. Küresel finans bolluğu ve Türkiye’de siyasi istikrar sebebiyle nispeten düşük faizli borç bulmada zorluk yaşanmadı. Bunun üstüne Türkiye’nin en önemli kaynakları ve şirketlerinin yabancılara satılması da gerçekleşti.
Ege Cansen saygın bir ekonomist. 1999 dan bu yana Türk Ekonomisini değerlendirirken özetle şunları anlatıyor:
“2001 krizi sonrasında ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Planı’ hazırlandı ve ekonomi kısa sürede toparlandı.” Kokuşmuş bankacılık sistemi ıslah edildi. “2002 Kasım’ında iş başına gelen AKP enkaz değil büyüyen bir ekonomi devraldı. Lakin bu büyümenin bir garantisi yoktu. AKP bu zemin üzerinde kendi politikalarını uygulayarak bu güne geldi.” Ege Cansen devam ediyor:
KÜRESEL ŞARTLAR: “2000-2010 dönemi gelişmekte olan ülkelerin altın çağı olmuştur.
50 yıldır devalüasyon- enflasyon sarmalından kurtulamayan ve ikide bir krize giren başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere Latin Amerika ile Batıya uyum sorunu yaşayan Doğu Avrupa ülkeleri” büyüme ile fiyat istikrarını bir arada gerçekleştirme kıstaslarına göre Türkiye kadar başarılıdır. Oralarda da ünlenmiş siyasi önderler vardır ama ne bir Derviş ne de Erdoğan efsanesi yoktur.
Son 10 yılına damgasını vuran ve Türkiye’nin de çok yararlandığı küresel oluşum Çin’den gelen ucuz sanayi malları ile Batı’dan kaynaklanan ucuz dış finansmandır.”
Eski Merkez Bankası Başkanı (halen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan) Durmuş Yılmaz da benzeri bir tespitte bulunuyor: “2001 yılında yaşanan kriz bizim için bir nimettir. Cenab-ı Hakk’ın koruyucu eli bizim üzerimizde olmuştur. Eğer biz bu krizi o zaman değil de bugün yaşasaydık, bugün durumumuz çok daha kötü olurdu. Biz krizi o zaman yaşadık ve dersimizi aldık. 90’lı yıllarda talan ettiğimiz bankacılık sisteminin, soygunun ceremesini ödedik ama sonunda aklımızı başımıza aldık. Bugün geldiğimiz sağlam zemin üzerinde dimdik ayakta durma noktasına geldik” dedi.
CARİ AÇIK VE DÜŞÜK BÜYÜME POTANSİYELİ: Durmuş Yılmaz bu yapısal problemimizi ve çaresini de anlatıyor: “Bizim büyümemiz ile cari açık arasında bir ödünleşme var. Biz büyürsek cari açık artıyor. ‘Cari açık sorun olmasın, düşük, sürdürülebilir cari açık olsun’ derseniz, o zaman düşük büyümeye razı olmamız lazım.”
“Potansiyel büyüme hızımız yüzde 5-5,5 seviyelerinde. Bu yüzde 9’luk 10’luk büyümeyi sağlayacak bir altyapı değil. Bizim ne yapıp yapıp potansiyel büyüme hızını büyütmemiz lazım.”
“Şu anda 2,5 milyon insan işsiz. Her yıl tarım kesiminden 500 bin insan çıkıyor ve emek kesiminde iş arıyor. (Ayrıca nüfus artıyor.) Dolayısıyla bizim hızlı büyümemiz lazım.”
“Hızlı büyümemiz için de cari açık ile büyüme arasındaki ödünleşmeyi ortadan kaldırmamız lazım. Bunun için ne yapıp yapıp tasarruf oranlarını artırmamız, üretmediğimiz ürünleri üretir hale gelmemiz lazım.”
KÜÇÜK KIYAMET: “Kriz gelecek mi?” sorusu yerine vatandaş mevcut halde ne durumda olduğuna bakmamız daha uygun olacak.
- Ø “Kredi kartı borçları geçen yıl yüzde 23 artmıştı. Bir yüzde 20 de bu yıl arttı.”
- Ø Kart sahipleri, son 12 ayda borçlarının yüzde 50’sini ödemede gecikti. Bu da yaklaşık 3.7 milyon kart sahibini suçlu haline getirdi.
- Ø 2.5 milyon kart sahibi ise, borcunun sadece minimum bölümünü ödeyebildi.
- Ø Kart sahiplerinin yüzde 6.9’u, borçlarını 90 gün geçirmek suretiyle suçlu olmuş durumda. Gelecek yıl, kredi kartı suçlu oranının yüzde 9’u geçmesi bekleniyor.
- Ø Kartların faizinin çok fahiş olduğunu, yüzde 29‘a ulaştığını herkes bilmesine rağmen bu ödeme gecikmeleri oldu.
Ekonomimiz iyiye gitseydi bu oranların artması değil, düşmesi gerekirdi.
Nasrettin Hoca “hanım ölürse küçük kıyamet demek, ben ölürsem büyük kıyamet” demiş. Demek ki bir kesim için “küçük kıyamet” başlamış. Bir kesim sırada. “Büyük kıyamet”ten yani ülke ekonomisinin genel dengelerinin bozulmasından Allah saklasın.
DOĞRU GÜNDEMLE UĞRAŞMALI: Banka borcunu ödeyemeyen insan sayısının artması, hırsızlık, gasp ve dilenciliğin artışıdır. İşsizlik ve ödenemeyen borçlar aynı zamanda fakirlik, sosyal dokunun, aile yapısının ağır darbe alması demek.
Dersim için özür dilemek de, yeni Anayasa tartışmaları da, ABD’nin isteğiyle yapılacak Suriye’ye muhtemel müdahale ve İran ile Türkiye Bankaları arasında ilişkilerin dondurulması da bu gidişi önlemez bilakis hızlandırır.
Ekonomimizin yönetiminde IMF‘nin devrede olmaması bu kritik dönemde iyi. Ülkemizde yeterince yetişmiş uzman olduğu kanaatindeyim.
Yeter ki devletimizi yönetenler geçici siyasal hesaplar uğruna yapılması gerekenlerin zamanında ve tam olarak uygulanmasına engel olmazlar. Doğru gündemle uğraşır, doğru kararların alınmasına yardımcı olurlar.