Ekonomi ve Hukuk Reformu

120

Ne zaman memleketimde hukuki yönden
bir mesele gelişse hemen aklıma Dreyfus
davası düşer. Okuyucularımın birçoğunun Dreyfus
davasını hatırlayacağından eminim ama bilmeyenler için kısaca tekrarlamakta
fayda var.

“Yüzbaşı Alfred Dreyfus Fransız genelkurmayında çalışan Yahudi asıllı düzgün
bir subaydı. Bazı Fransız silahlarının teknik özelliklerini Almanlara
bildirmekle suçlanıyordu. Düzmece bir mahkeme kararıyla Guyana açıklarındaki
Şeytan Adası’na müebbet hapis mahkûmu olarak gönderildi.

Dört yıl sonra 13 Ocak tarihli L’Aurore gazetesi, ünlü yazar Emile Zola’nın makalesini yayımladı.
Aslında bu bir makale değil manifestoydu aslında.  “J’accuse!
/ İtham Ediyorum!” başlıklı makale
de Zola, yüzbaşının masumiyetini
savunuyor, genelkurmayı ve yargıçları suçluyor, yeniden yargılama istiyordu.
Böylelikle Dreyfus’ü tutan ürkek
kalabalığın vicdanının sesini Emile Zola
dile getiriyordu.

Alfred Dreyfus, Fransız ordusunda ırkçılığa kurban edilmiştir ama
mesele ne olursa olsun toplum vicdanını kanatan bir meseledir.

Dünyamızda bu gün kanayan yaralar
eskisinden çok daha fazla olmasına rağmen ne yazık ki, toplumların vicdanının
sesi olacak Emil Zola’lar artık yetişmiyor. Mesela bizim:

Kanayan
bir yara gördüm mü ta yanar ciğerim,

Onu
dindirmek için kamçı yerim çifte yerim!

Adam
aldırma da geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim,
çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım!”

Diye haykıracak
bir Mehmet Akif Ersoy’umuz bile yak artık.

Yargıtay’a intikal eden davaların
%60’ının geri döndüğü bir ortamda, biz de de hukuk yönünden vicdanları kanatan birçok
yaranın olduğunu biliyoruz. Mesela ne ile suçlandığını dahi bilmeden 6 ayını
içeride geçiren Müyesser Yıldız
dersiniz,  Anayasa
Mahkemesinin milletvekilliği hakkının iadesine karar vermesine rağmen, Enis Berberoğlu’na bu hakkının
verilmeyişi gibi daha bir çokları bu davalardan mustarip.  Bir de aysbergin suyun altında
görünmeyen yüzü var ki, gazetecisi var, kader mahkûmu var kim bilir bunlar gibi
kaç masum şu anda demir parmaklıklar arkasında akıbetinin ne olacağını
düşünüyor.

Bu kadar haksızlıklar ve
adaletsizlikler aleni vaziyette gözler önünde cereyan ediyorken, bunları
gidermek yerine ille de hukukta reform mu yapmak gerekiyor, mevcut yasalar
yetersiz mi geliyor? Anayasa mahkemesinin kararını yerel mahkeme tanımıyorsa
bunu önleyecek kanunlarımız yok mudur bizim?

Aslında bu reform dedikleri, tek
adam rejiminin ekonomik ve hukuk yönünden sıkışmışlığının ve çöküşünün dışa
vuruşunu gösteriyor. Mesele Türkiye’de hukuk sistemini düzenleme meselesi
değil, dışarıdan sıcak parayı yurda getirmek için yapılacak olan kılıfına
uydurma düzenlemesidir. Ekonomist İbrahim
Kahveci
: “Bunların yapmak
istedikleri, sıcak paranın gelmesi için “Kâr Garantili” sistem düzenlemesi.

Diyor.

Tamam, bunlar da gerekli ama önce
Türk insanı yaşadığı hayattan mutlu mu, can ve mal güvenliğinden emin mi? Türk Milletinin
güvenliğinden sorumlu bakan AYM Başkanına: “Koruma almadan bisikletle dolaşabiliyor musun” diyorsa burada
problem var demektir.

Diğer yandan her cephede hükümetin
açıkladığı hukuk ve ekonomi reformları tartışılırken, Türkiye’nin gündemine bomba
gibi düşen Çakıcının Kılıçtaroğlu’na hakaret dolu sözleri oldu. Esasında bu arada
anlaşılamayan bir durum daha meydana geldi ki; sanki hakareti yapan
Kılıçtaroğlu, olayın mağduru ise Çakıcıymış gibi MHP lideri Devlet Bahçeli,
Kılıçtaroğlu’nu Twit bombardımanına tuttu. Ve biz; bu kişilerin hâkim olduğu
meclisten hukuk reformu bekliyoruz.

Hadi canım sende!

Anlaşılacağı üzere, bu saatten
sonra ne Ekonomik reform gerçekleşir, ne de Hukuk reformu, partili
Cumhurbaşkanının da dediği gibi bize acı reçeteyi içmek düşer, sıcak parayı
getiren yabancıya da, yüksek kâr garantili gelir.

Sağlıklı kalın.